BELGENAME - VI
Documents
Please don't be offended by the Truth

Home  |  Destpêk  |  Ana Sayfa

 

 

 

 

 

 

FACEBOOK

 

 



FACEBOOK

- AÇIK VEYA KAPALI DA OLSA FACEBOOK ASRIN EN GÜÇLÜ VE EN ETKİLİ MEDYASIDIR


Facebook, mazlum kürd halkının kurtuluş, bağımsızlık, özgürlük, eşitlik, demokrasi ve sekülarizm mücadelesi davasına çok etkili bir şekilde yardımcı olabilir. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin 200 sene önceki başlangıç tarihinden ta bu güne kadar dağıttığımız yüzbinlerce bildirinin ve yayınladığımız yüzbinlerce gazete dergi ve kitapların içindeki veri ve bilgileri, anında ve yerinde yayılması bakımından Facebook'un kürd ve Kürdistan ile alakalı yayınladığı tek bir yıldaki içeriğini bile dolduramaz. Eğer bu ölçülmüş olsa görülecektir ki? sürat ve yaygınlaştırma kabiliyeti bakımından Facebook sadece bir yıl içinde kürd ve Kürdistan ile ilgili yaydığı bilgileri, biz 200 yıl gibi uzun bir zaman içinde bile başaramamışız. Facebook bu kadar hızlı, bu kadar etkili ve modern bir medyadır. Bunun da bircik nedeni açıklıktır. Yani Facebook kapalı ve kilitli olmasına rağmen, hemen hemen herkese ulaşabiliyor ve isteyen herkesin de ulaşabildiği özgür bir platformdur. Hatta ileri bir dereceye kadar da demokratiktir.

Bu anlamda Facebook'un herkese açık olması benim ve diğer birçok arkadaşım için bir sorun teşkil etmiyor. Bizim herşeyimiz açıktır. Hiçbir şeyi gizleme gereği duymuyoruz. Biz hiçbir insana veya zümreye hakaret etmeden sadece kendi düşüncelerimizi paylaşıyoruz.

ÇÜNKÜ mazlum kürd halkının bağımsızlık ve özgürlük gibi en doğal ve en temel insani haklarını savunmak ne ayıptır, ne günahtır ve ne de bir suçtur. Bilakis kendine insanım diyen herkesin, kürdlerin verdiği bu yaşamda kalma mücadelesinde, kürdler için elinden geleni arkasına koymaması lazımdır. Sonra bu halkın bir ferdi olarak bu yaralı halka yapılan saldırılara karşı durmaya gücü yettiği halde karşı durmamak ve bu zulümlere direnmemek ayıptır, günahtır ve hatta suçtur.

Bu mücadeleyi verenler haksızlığa başkaldıran onurlu insanlardır. Bu bakımdan özel siyasi ve askeri operasyonel bir görev ve eylem dışında, kürd özgürlük savaşçılarnın yüzlerine maske veya puşi takarak yüzlerini gizlemeleri doğru bir şey değildir. Bunu sadece bir provokasyon ve kürd potansiyelini yıkma gücü olan XAPO Hareketi yapmaktadır.

Dürüst yabancı bir gazeteci bir defasında bana şunu demişti. 'Bir gazeteci olarak tarafsız olmam lazımdır ama kürdlere gelince tarafsız olmak o kadar zordur ki.. kürdlere gelince artık tarafsız olmadığımı anladım'.

Facebook %100 güvenlikli bir medya olmayabilir ve belki de DEĞİLDİR. Ama asrın en güçlü medyasıdır. Haksızlığa ve teröre karşı verdiğimiz fikri ve bedensel mücadelede Facebook'un bize verdiği imkan ve destek için Facebook'a yine teşekkür ediyorum!

Ne Facebook benden korksun ve nede ben Facebook'tan korkuyorum. Çünkü ben tamamıyla açık ve net bir tavır sahibiyim. Görüşümü mümkün olan HER YERDE VE HER PLATFORMDA sunmaktan çekinmem. Çünkü benim görüşlerim, insan hayatına karşı hiçbir haksızlığı, saygısızlık ve saldırıyı kabul etmeyen, esir edilerek ğadre uğrayan kürd halkı gibi mazlumların taraftarı olan son derece müsbet ve insani görüşlerdir.

Kapalı olmayan, herkese açık olan yer ve forumlarda da Kürdistan bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi konusundaki görüş ve düşüncelerimi açıyorum zaten. Facebook'un açık veya kapalı olması bu açıdan benim için hiç fark etmez.



Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

LUCY – İNSANLIĞIN İLK ADIMLARI

 

 

— Australopithecus afarensis ve Evrimsel Başlangıcımız

İşte anamız Hava budur, ama babamız ”Adem” ortalıkta yok, hiçbiryerde gözükmüyor, çünkü KAYIP. Yani babamızın hangi balık olduğunu bilmiyoruz.

Takaalit balığından geldik diyorlar, yani canlıların balıktan türediği kesin, 2007’de arkeologlar Pangea’da TAKAALİTT iskeletini bulmuşlar. Demek ki anamız Hava balık soyundan, ama babamız Adem bir türlü bulunamıyor… Çünkü o kayıp! Hangi balık olduğu bilinmiyor.

Yani biz aslında evrim ağacının bir ucundayız, ama babamız evrim hikayesinden çıkmış, “Bekle beni, ben biraz dalışa gidiyorum” demiş ve bir daha dönmemiş. Anlayacağınız, DNA’mızda anneden gelen kod var ama babadan gelen… şifreli dosya!

Şaka bir tarafa ciddiyete varalım şimdi: Yaklaşık 3,2 milyon yıl önce, bugünkü Etiyopya topraklarında, Lucy adında küçük bir hominin, bizimkinden çok farklı bir dünyada yürüyordu—ormanlarla kaplı, ancak yavaş yavaş açık savanlara dönüşen bir çevrede. Lucy, modern insanlarla daha ilkel atalarımız arasındaki evrimsel zincirin önemli bir halkası olan Australopithecus afarensis türüne aitti. Olağanüstü şekilde korunmuş iskeleti, erken homininlerin nasıl yaşadığına ve hareket ettiğine dair ilk gerçek bakışı sunuyordu. Bir metreden biraz uzun olan vücudu, hem tırmanmaya hem de dik yürümeye uygun anatomik özellikler taşıyordu—bu özellikler, şehirler, aletler ya da dil ortaya çıkmadan çok önce insan soyunun yolunu çizmişti.

Lucy’nin yaşamı basitti, ama taşıdığı anlamlar bakımından olağanüstüydü. Günlerini muhtemelen yiyecek arayarak, tehlikelerle dolu bir arazide gezinerek ve hayatta kalmak için grubundaki sosyal bağlara güvenerek geçiriyordu. Leğen kemiği ve diz eklemleri, iki ayak üzerinde yürümenin açık işaretlerini gösteriyor; bu da ağaç yaşamından yere geçişte temel bir değişimi temsil ediyordu. Bu uyum, elleri serbest bırakarak zamanla alet kullanımına olanak tanıdı—ancak Lucy ve türdeşleri için dik yürümek gelecekteki icatlar için değil, değişen bir dünyada hayatta kalmak içindi.

1974 yılında paleoantropolog Donald Johanson tarafından keşfedilen Lucy’nin iskeletine, kazı alanında çalan Beatles şarkısı “Lucy in the Sky with Diamonds”tan esinlenerek bu isim verildi. O zamandan bu yana Lucy, paleoantropolojinin en ikonik figürlerinden biri haline geldi ve insan evriminin en erken evrelerine dair derin içgörüler sundu. Sadece bilimsel bir mucize değil, aynı zamanda hikâyemizin uygarlıklarla ya da fetihlerle değil, ayağa kalkıp bilinmeyene doğru ilk adımları atan varlıklarla başladığını hatırlatan alçakgönüllü bir semboldür Lucy.

Bilimsel araştırmalar, insanlığın kökenine dair anlayışımızın, gözlemlenebilir kanıtlar ve titiz metodolojilerle şekillendiğini ortaya koymaktadır. Evrim teorisi ve fosil kayıtları, Australopithecus afarensis gibi türlerin milyonlarca yıl önce yaşadığını ve modern insanın atalarının bu canlılar olduğunu somut delillerle göstermektedir (Johanson & Edey, 1981). Buna karşılık, dini inançlar ve batıl rivayetler, çoğunlukla bilimsel doğruluktan yoksun, metafizik temellere dayanır. Bu tür inançlar, insanın kökeni hakkında yapılan objektif araştırmaları gölgeleyerek, bilimsel bilginin yayılmasını ve doğru anlaşılmasını engelleme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle, evrimsel biyoloji gibi disiplinler, gerçek bilgi üretiminde dini dogmaların yerine, kanıt temelli sorgulamayı esas alır.

Araştırmalar gösteriyor ki, toplumlarda yaygın olan batıl inançlar ve yaratılış anlatıları, çoğunlukla kültürel ve sosyal bağlamlarda işlev görürken, doğa bilimlerinin kapsamını aşan açıklamalar sunar. Ancak bunların bilimsel hakikatle karıştırılması, insanlığın gerçek tarihine ve evrimsel sürecine dair anlayışımızı bulanıklaştırır (Coyne, 2015; Dawkins, 2006). İnsanlığın evrimi, milyonlarca yıllık biyolojik süreçlerin bir ürünüdür ve bu süreç, deneysel ve fosil verileriyle desteklenmektedir. Gerçek bilgiye ulaşmak için, gözlemlerle desteklenmeyen inançların yerini, açık ve eleştirel bilimsel düşünce almalıdır.

Goran Candan

______________
KAYNAKLAR:

— Johanson, D. C., & Edey, M. A. (1981). Lucy: The Beginnings of Humankind. Simon and Schuster.
— Coyne, J. A. (2015). Why Evolution Is True. Viking.
— Dawkins, R. (2006). The God Delusion. Houghton Mifflin.

CHARLES DARWIN
12 sibat 1809 | 19 Nîsan 1882
Zanistê hevdem – Bavê bîr û teoriya Çavkaniya Cûreyan (Origin of Species):
https://www.saradistribution.com/charles.darwin.htm

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Fake Peace

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Omar Muhtar

Onun kimliği hakkındaki karışıklık neden oluyor?

Çünkü hem Cezayir hem Libya, Fransız ve İtalyan sömürgeciliğine karşı çok uzun süre halk direnişi yürüttü.
Cezayir’de de Abd el-Kadir el-Cezairî gibi büyük direnişçiler vardı. Ömer Muhtar ise Libya’nın İtalyan işgaline karşı simgeleşmiş lideridir.

 

Bu söz, genellikle Ömer Muhtar'a (Omar Mukhtar) atfedilen meşhur alıntılardan biridir, ancak tarihsel kaynaklarda bu ifadenin onun tarafından birebir bu şekilde söylendiğine dair kesin bir kanıt yoktur. Özellikle şu versiyonuyla sıkça paylaşılır:

“Şerefinle yaşa! Şartlar ne kadar zor olsa da kimseye baş eğme! Başını bir kez eğersen bir daha kaldıramayabilirsin.”

Bu tür sözler, Ömer Muhtar’ın yaşamı ve duruşuyla uyumlu olduğu için halk arasında ona mal edilmiştir. Ancak akademik kaynaklarda ya da çağdaş belgelerde bu sözün doğrudan ona ait olduğu net olarak gösterilmemiştir. Dolayısıyla bu söz, tarihi doğruluktan ziyade, Ömer Muhtar’ın direnişçi ruhunu ve duruşunu yansıtan popüler bir alıntı olarak değerlendirilmelidir.

Omar Mukhtar’ın (Ömer Muhtar) gerçekten söylediği, tarihi kaynaklarda yer alan bazı meşhur sözleri şunlardır:


1. "Biz teslim olmayız. Ya zafer ya ölüm!"

-- Bu söz, onun İtalyan işgaline karşı yürüttüğü direnişi özetleyen en meşhur sözlerinden biridir.


2. "Ben bir savaşçıyım. Teslim olmak benim kitabımda yazmaz."

-- Direniş boyunca yakalanmamak için yıllarca savaşmış, sonunda yakalandığında da teslimiyet göstermemiştir.


3. "Kazanmak zorunda değiliz, ama onurlu olmalıyız."

-- Bu söz, sömürgecilere karşı savaşın sadece fiziksel değil, ahlaki ve onursal bir duruş olduğunu vurgular.


4. İtalyan mahkemesinde söylediği:

"Ben silahıma sadığım, çünkü onunla vatanımı savunuyorum. Eğer bu suçsa, işlediğim her suçu kabul ediyorum."

-- Ömer Muhtar, 1931’de yakalanıp İtalyan askeri mahkemesine çıkarıldığında bu tarz ifadeler kullanarak direnişini savunmuştur.


5. "Ben Allah’ın emri için cihad ediyorum. Allah’tan başka kimseden korkmam."

-- Müslüman kimliğiyle, direnişini sadece vatan değil iman mücadelesi olarak da görüyordu.


6. İdamdan önce söylediği rivayet edilen:

"Bizden sonrakiler, daha güçlü gelecekler."
-- Umudun ve mücadelenin geleceğe bırakıldığı anlamlı bir cümle.


Tüm bu sözler, Libya direnişinin simgesi olan Ömer Muhtar’ın kişiliğini ve mücadelesini yansıtır. 73 yaşında olmasına rağmen dağlarda savaşmış ve idam sehpasına başı dik çıkmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İslamo-Faşist Mahmut Abbas ve JÊKETO-PÊKETO Sêwaz'lı Selda Xanim

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SVENSK DEMOKRATISK KULTURHUMANISM – ETT ANSVAR FÖR ALLA

— När öppenhet utmanas – svensk humanism under press i ett mångkulturellt Sverige

 

 

 

 

 

 

 

 

Det svenska folket är ett av världens mest humanistiska, förstående och demokratiskt sinnade. Det är något vi kan vara både stolta över och tacksamma för.

I dagens Europa blåser starka högervindar, och med dem följer ofta intoleranta och rasistiska idéer. Men dessa gamla och förlegade idéer får inte samma genomslag i Sverige som i många andra europeiska länder. Det beror till stor del på det svenska folkets höga utbildningsnivå, starka bildningstradition och djupt rotade tro på mänskliga rättigheter. I kontrast ser vi att fientlighet mot flyktingar och ifrågasättande av asylrätten ofta får fäste i samhällen och grupper med lägre utbildningsnivå och mindre utvecklad demokratisk kulturtradition.

Sverige har en lång tradition av öppenhet, jämlikhet och solidaritet, som vilar på grunden av en stark folkbildningsrörelse och ett brett deltagande i det demokratiska samtalet. Denna unika kombination av utbildning, bildning och medmänsklighet – en slags demokratisk kulturhumanism – är något som inte alltid återfinns i samma utsträckning i andra delar av världen, oavsett om det gäller länder som Tyskland, England, Frankrike, USA, Ryssland eller andra.

Just därför är det extra viktigt att vi värnar dessa värderingar. I tider då mörka krafter försöker splittra och polarisera, behöver vi stå ännu stadigare i vår övertygelse om allas lika värde. Det svenska samhällets styrka ligger inte bara i lagar och institutioner, utan i människors vardagliga vilja att förstå, respektera och stå upp för varandra – oavsett bakgrund.

När Sverige med stolthet erbjuder skydd, trygghet och nya möjligheter för människor som söker en fristad, innebär det också ansvar för dem som väljer att komma hit. Att bli en del av det svenska samhället innebär inte bara rättigheter, utan även skyldigheter – att respektera och ta del av landets demokratiska värderingar, lagar, jämställdhetsideal och kulturella traditioner, utan att för den skull behöva överge sin ursprungliga identitet. Det svenska samhället bygger på tillit, öppenhet och gemensamt ansvar. För att detta ska kunna bevaras och stärkas krävs att alla som bor här – oavsett ursprung – aktivt bidrar till ett inkluderande, respektfullt och sammanhållet samhälle.

Samtidigt måste vi uppriktigt våga diskutera utmaningar kopplade till integration, särskilt när det gäller vissa grupper som kommer från auktoritära och religiöst styrda samhällen – såsom Turkiet, Iran, Irak och Syrien. I flera fall har det visat sig finnas en motvilja eller oförmåga hos individer eller grupper från dessa sammanhang att fullt ut respektera det världsunika svenska humanistiska bemötandet, den jämställdhetssyn och den sekulära och humanistiska samhällsordning som vuxit fram under generationer här i Sverige.

Denna ovilja tar sig ibland uttryck i bristande respekt för kvinnors rättigheter, vägran att acceptera religionsfrihet i praktiken, motstånd mot demokratiska principer och svårigheter att anpassa sig till öppna normer om jämlikhet och tolerans. Det handlar inte om att förneka någons kulturella identitet, men om att tydligt stå upp för de gemensamma värderingar som bär det svenska samhället. Ett öppet samhälle kräver ömsesidighet: de rättigheter som Sverige generöst erbjuder måste mötas med respekt för de skyldigheter som följer med att vara en del av detta samhälle.

Om vi inte adresserar dessa utmaningar öppet med ärlighet och ansvar, riskerar vi att urholka det förtroende och den öppenhet som gör det svenska samhället unikt. Integration är inte en enkelriktad process – utan den bygger på en vilja att mötas, förstå och bidra. Det gäller särskilt dem som fått chansen att leva i världens absolut mest fria, rättvisa och medmänskliga länder.

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Faşizmin atası: Ataturk

 

 

 

 

 

 

 

 

Turkey, Iran, Iraq & Syria are the İslamist Rapist States

 

 

 

 

 

 

 

 

Fucking Islamist Iraq Arab Nationalist Racist State

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TASMASI İŞGALCİ DEVLETLERİN ELİNDE OLAN KÜRD LİDERLERİN UTANÇ VERİCİ İHANETİ


-- Kürd halkının boynuna geçirilen zincirin en kalın halkası: kürd liderleridir!


Boşuna heveslenmeyin! Ne yazık ki liderleriniz satılmıştır. Değil İran ta köküne kadar yıkılsa, Türkiye bile en derin temellerine kadar yıkılsa, yine de bu liderler başınızda olduğu müddetçe çok beklediğiniz bağımsız bir kürd devleti sahibi asla ve asla olamayacaksınız, ne yazık ki. Çünkü bütün kürd liderlerinin işgalcilerin sıkı bir kontrolü altında tuttukları tasmalı liderler olduğunu hep unutuyorsunuz. İsrail, birkaç ay önce Suriye devletini yerle bir etti. Batı Kürdistan (Rojava) kürd liderleri ne karar aldılar? Tekrar islamo-faşist işgalci arab lider Ahmet Şeriat (Colani) diktatörünün elinin altına girme kararı almadılar mı?

Bağımsız bir kürd devleti mi kurmak istiyorsunuz? Her şeyden önce, ayaklarınızdaki bu ağır prangaları ve sırtınızda taşınması artık imkansızlaşmış, en ağır yük olan bu ümmetçi-islamcı ve sahte-devrimci, sahte-solcu kürd liderlerini bir an önce sırtınızdan indirip başınızdan def edin.

ABD ve müttefikleri, İsrail ve Avrupa, 2003 yılında işgalci Irak islamo-faşist diktatörlüğünü ta temellerine kadar yerle bir etmedi mi? Etti. Kürd liderleri ne yaptı? 2004-2006 yılları arasında Bağdat'a gidip yeni bir işgalci Irkçı-inkarcı Irak Arab Devleti kurmadılar mı? 2003 yılında ABD ve müttefik güçleri Irak’ı yerle bir etmişti. Bu tarihi çok büyük bir fırsattı. Hepimiz işte şimdi kürd bağımsızlık günü geldi diye çocuk gibi sevinmeye başladık. Ama ne yaptı kürd liderleri? Hemen koşarak Bağdat’a gidip işgalci arab islamo-faşizmine yeni bir maske taktılar. Kürd halkı bağımsızlık beklerken, kürdlerin “liderleri” yeni bir işgalci ırkçı-inkarcı Irak Arab Devleti kurarak yine aynı oyunun maşası oldular. Suriye örneğinde de aynı sahne tekrarlandı. Batı Kürdistan'da, daha dün yerle bir edilen işgalci Esad diktatörlük rejimi sonrası bir araya gelip tarihsel bir rota belirlemek yerine, bu işgalci-islamcı Suriye arab diktatörlerinin kucağına yeniden oturdular. Kendilerine devrimci diyenlerin kararları, kürd halkının hayallerini islamo-faşist kabuslara kurban verdi. Kuzey'deki kürd liderleri, “kültüralist çözümler” dahil hiçbir çözümü istemeyin demediler mi size?

KÜRD LİDERLERİN HEPSİ AYNI İSKARTA MAL

Doğu Kürdistan'da kürd halkı, birkaç yıl içinde kısa aralıklarla üç defa ardı ardına ayaklanmadı mı? Peki, Doğu Kürdistan liderleri ne yaptı? Hiçbir şey. Çünkü onlar da bir iki istisna dışında (Yezdanpenah dışında) diğer Kürdistan parçalarındaki liderler gibi kürd halkının bağımsızlık davasına karşı olan hainlerdir.

Kürd halkı asırlardır beş ayrı celladın (türk, fars, arab, ve bir diğerinin, Ermenistan'ın) çemberinde yaşarken, bu halkın içinden çıktığını iddia eden liderler utanç verici bir sadakatle işgalcilerin tasmasını boyunlarında taşımaya devam ediyor. Bir halkın en büyük talihsizliği sadece dış düşman değil, içteki tasmalı liderlerdir. Bu liderler öyle bir sadakatle hizmet eder ki, efendileri yıkılsa bile onların sistemlerini ayakta tutmak için binbir taklayı atarlar. İran yıkılsa ne olur? Türkiye çökerse ne değişir? Bu liderler hala ayakta olduğu sürece kürd halkı esaretten başka hiçbir gelecek göremez. Çürümüş ve köleleştirilmiş bu zihinler kürd halkını zincire vurmaktan başka bir şey bilmez.

ÜMMETÇİ-İSLAMİST KÜRD LİDERLER: TARİHSEL BİR İHANET ZİNCİRİ

Kuzey’deki liderler, kültürel haklar bir yana, en temel insanlık değerlerine dahi gözlerini kapattılar. “Hiçbir çözüm istemeyin,” dediler halka, “tecavüzcünüzle, işkencecinizle evlenin, celladınızla birlik olun” dediler. Niye tecavüzcüsüyle, işkencecisiyle evlenecek, niye celladıyla birlik olacak bu güzel halk? Daha kaç kuşak tasmalı liderlerin önünde diz çökecek? Bu liderler, kürd halkının devrimci damarlarını uyuşturan birer zehir oldu. Sözde demokratik duruşlarıyla, kürd ulusunun özlemlerini bir pazarlık konusu haline getirip her defasında işgalcilerin taleplerini karşılamaktan başka bir şey yapmadılar.

Doğu Kürdistan’da üç kez üst üste halk ayaklanmıştı. Dünya sarsıldı, ama kürd liderleri yerinden oynamadı. Halk, bedel ödedi, can verdi, sokaklarda bağımsızlık ve özgürlük haykırdı. Peki, kürd liderler ne yaptı? Hiçbir şey. Sessiz kaldılar çünkü onların kulakları işgalci efendilerinin sesi dışında hiçbir şeyi işitemez. Onların gözleri halkının değil, işgalcilerin masasında duran ihanet belgelerine bakar. Bu sessizlik, ihanetten başka bir şey değildir. Çünkü bu liderler kürd halkının değil, işgalci rejimlerin sadık bekçileridir.

Ve işte buradayız. Halk ayakta ama lider diz üstünde. Halk yüzyıllardır zincirlerini kırmaya çalışırken, liderler o zincirleri yeniden ve yeniden kaynak yapıyor. Ne zaman halk uyanmak istese, liderler onu uyuşturmaya koşuyor. Kürd halkının kurtuluşu artık bu tasmalı liderlerden kurtulmadan mümkün değildir. Önce bu iç ihanet çemberi kırılmalıdır. Yoksa bağımsızlık sadece bir hayal olarak kalır, ve bu halk bir asır daha tasmasını kendi elleriyle takmaya devam eder. Oysa kürd halkı hem fedekar ve hemde yiğit ve hemde kahramandır. Bu edilgen liderler bu yiğit halka hiç yakışmıyor.

KÜRDİSTAN'DA ÜMMETÇİ-İSLAMİST KÜRD ŞEYHLİK KURUMU

Kürd halkının başına bela olmuş ümmetçi-islamist liderlerin ihanet tarihçesi bir asırdan fazladır devam ediyor. Bu isimler, her dönemde işgalcilerin dini söylemlerle halkı uyuşturma projelerinin baş aktörleri oldular. Osmanlı'nın son dönemlerinde kürd halkı şeriat söylemiyle padişaha biat ettirilirken, Şeyh Said Efendi gibi birkaç istisna hariç, kürd şeyhlerinin ekseriyeti dinin kurtuluşçu potansiyelini sistemle çatışma zemininde değil, halifeliğe sadakatte aradılar. Bunların temel motivasyonunun dini düzenin yeniden tesisi olduğu unutulmamalıdır. Kürd halkı bağımsız kürd devleti, özgürlük, eşitlik ve demokrasi isterken, bu şeyh liderler islami hilafetin geri gelmesini istiyordu!

İran'daki molla rejimiyle de kürd islamcı liderler aynı dili konuştular. Doğu Kürdistan’da şeyhlerin kürd toplumundaki etkisi, çoğu zaman halkın bağımsızlık bilincinin bastırılmasına hizmet etti. Kürd liderlik sınıfı, islam ümmeti ideali uğruna kendi ulusunun talihini gözden çıkardı. 1979 İran islam cuntası sonrası doğu kürdleri, Qasemlo gibi laik-demokrat bir önderlikte başkaldırdı, ama kürd şeyhleri kısa sürede Tahran’la barış içinde yaşamayı tercih etti. Çünkü onlar için ulusal özgürlük değil, dini düzen daha kutsaldı. Bu uğurda işgalci-inkarcı teokratik işgalcilerle aynı safta yer aldılar.

Irak'ta da durum değişmedi. Talabani ve Barzani liderliğindeki partiler, ABD'nin demokratik-kurtuluşçu müdahalesine destek verdikten sonra islamcı gruplarla defalarca ittifak kurdu. 1990’lardan itibaren Güney Kürdistan'da yükselen islamist cemaatler, Kürdistan'ın siyasi damarlarını zehirledi. İslamcı söylemle halkın direnişçi geleneği bastırılmaya çalışıldı. Bugünün Güney Kürdistanı’nda laiklik ya da ulusalcı hatlar değil, cemaatçi ilişkiler ve din üzerinden kurulmuş tarikat ve şeyhlik ağları belirleyicidir. İslam ümmeti idealiyle büyüyen bu liderler, hiçbir zaman kürd halkının bağımsız bir kürd devleti kurarak kendi kaderini tayin hakkını savunmadılar. Ama bu konuda çok keskin sözler sarf ettiler ve hatta 2017 tarihinde sonucuna sadık kalmadıkları bir bağımsızlık referandumu bile gerçekleştirdiler. Yapılan bağımsızlık referandumunda kürd milleti ezici bir çoğunluk oyuyla bağımsızlığa evet demişti. Onlar için Kürdistan'ın sınırlar değil, ümmetin yasaları belirleyicidir.

KUZEY KÜRDİSTAN'DA SAHTE-DEVRİMCİLER, SAHTE SOLCULAR: İŞGALCİ TÜRK DEVLETİNİN YENİ RESMİ MUHAFIZLARI: XAPO HAREKETİ

Kuzey Kürdistan’da halk uzun yıllardır işgalci islamo-faşist türk devletinin sınırları içinde türlü katliam, işkence ve azaplar içinde yaşarken, ona karşı en radikal görünen ama aslında sistemin bekçiliğini yapan bir grup liderle karşı karşıyadır: Xapo Hareketi. Bu hareket, kuruluşundan bugüne devrimci bir dil kullansa da “reformist”, “barışçıl çözüm”, “demokratik Türkiye” gibi söylemlerle halkın direnişini pasifize eden bir mekanizma idi. Kürd bayrağı gibi en temel kürd milli değerini bilinçlice reddeden bu ihanet hareketi, kürd milliyetçiliğinin devrimci özüne hep karşı çıkmış ve bugün artık açık bir şekilde işgalci türk devletinin legal sol kanadı gibi çalışmaktadır.

En açık örnek: 2025 son silah bırakma süreci. Xapo liderliği, işgalci türk ordusunun kürd köylerini bombaladığı, gençleri sokak ortasında infaz ettiği günlerde bile "barış süreci bozulmasın" diyerek sesini yükseltmedi. Kürd devrimci potansiyeli büyük yoğunluklu sahte-devrimci bir mücadele süreciyle pasifleştirip söndürdü. Kürd halkı dağlarda, kentlerde katledilirken, bu sahte-devrimciler Ankara'da işgalcinin parlamento toplantı salonlarında “çözüm süreci” adı altında kendi koltuklarını korumanın derdindeydi. Gerilla mücadelesi adı altında örgütlenen binlerce genç, bugün birer birer sessizce kürd bağımsızlık ve özgürlük davası dışına itiliyor.

İşgalci türk devleti, Xapo Hareketini kendi sınırlarını aşmayan, meclis içi bir muhalefet olarak tanımladı ve zamanla bu role oturtturdu. Kürd ulusal davasının özgürlük hareketi, devrimci-solcu pozlarında olan bu liderler, halkın bağımsızlık talebini gündemden düşürmek için her yolu denedi. “Bağımsızlık demek savaş demek,” dediler. “Demokratik özerklik yeter,” dediler. Peki bu özerklik nerede? Belediyeleri kayyumla gasp edilen halkın seçme hakkı bile yokken, Kuzey Kürdistan'daki 40 milyonluk koca bir kürd nüfusa tek bir ilkokul açma hakkı bile verilmiyorken, bu liderlerin “sivil siyaset” inadı sadece devletin taleplerine boyun eğmekten ibaret kaldı.

Bugün Kuzey Kürdistan’da gençler ya dağlara küskün dönüyor ya da metropollerde apolitikleşiyor, çünkü onların inançlarını tüketenler bu işte sahte-devrimci liderlerdir. Bu kürd liderlerin işgalci türk devletine duydukları hayranlık, “Türkiye’nin demokratikleşmesiyle kürdlerin özgürlüğü gelir” yalanında gizlidir. Ama tarih defalarca kanıtladı: işgalcinin demokrasi getirdiği görülmemiştir. Kürd liderlerinin hala işgalci devletin anayasası içinde çözüm araması, bu halkı sürekli inkarın ve asimilasyonun içinde tutmak için geliştirilmiş bir stratejiden başka bir şey değildir. Kürd halkının çektiği büyük acı ve ızdırapların uzatılmasından başka hiçbir şey değidir. Hatta ve hatta mazlum kürd halkını ebediyen işgalci türk devleti'nin kölesi olarak yeryüzünden ve tarihten silmekten başka bir şey değildir.

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



İhanetin yüzü DÖRTLÜ ÇETE: Xapo, Duran, Pîlot, Cemil

 

ÖCALAN (XAPO) KÜRD TOPLUMUNA ‘ÇÖPLÜK’ DEDİ·!!
.
Abdullah Öcalan, 12. PKK Kongresi'ne MİT'ten gönderdiği mesajda şunları söylemiş:
"Dersim’deki, Bingöl’deki, Zagros’taki bir kültür kalıntısıdır Kürtler. Çözülmüş kabileler, işlevsel olmayan bir dil, tarikat kırıntıları, aşiret aile kavgaları (…). Bir tür çöplük. Çöplük toplumu, bir mezarlık".

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kürd Ulusu üzerindeki bu BÜYÜK haksızlık devam ettiiği sürece, yeryüzünde tek canlı bir kürd kalsa bile, bu hak davası YİNE DEVAM EDECEKTİR!

Teslimiyet ihanete - Direniş Zafere Götürür!

 

 

Berdewam be li ser rêka
azadiyê!
-- Ta yek jî ji me mabe
li ser ruyê vî erdê
!

G.C.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÜMMETÇİ-İSLAMİST,
SAHTE-SOLCU,
SAHTE-DEVRİMCİ
KÜRD LİDERLER

 

 

— Ümmetçi-islamist ve Sahte-Solcu/Devrimci Kürd Liderlerin Tarihsel İhanetlerinin Gölgesindeki Kürdistan’ın Karartılmış Geleceği

İşgalci Türkiye’nin anti-kürd siyasetinde şaşmaz bir kararlılıkla ilerlemesinin temel DAYANAK ve nedenlerinden biri, tarih boyunca kürd liderlerinin HEPSİNİN işgalci devletlerle olan işbirlikçi ilişkileridir. Bu işbirlikçi tutum, kürd halkının hak ve özgürlük mücadelesini zayıflatmış, işgalci devletlerin ise kürdleri baskı altında tutma politikalarını sürdürmelerine olanak sağlamıştır.

Tarihsel olarak, Osmanlı İmparatorluğu döneminde birçok kürd beyi ve şeyhi, Osmanlı merkezi otoritesiyle ittifaklar kurarak kendi iktidarlarını koruma yoluna gitmiştir. Örneğin, 1514 Çaldıran Savaşı sonrasında İdris-i Bitlisî’nin öncülüğünde birçok kürd beyi Osmanlı ile anlaşmalar yaparak özerkliklerini koruma karşılığında Osmanlı egemenliğini kabul etmiştir. Bu anlaşmalar, kısa vadede kürd beylerine avantaj sağlasa da uzun vadede Osmanlı’nın merkeziyetçi politikaları karşısında bu özerklikler ortadan kaldırılmıştır.

19. yüzyılda büyük kürd beyi Bedirhan Bey’in Osmanlı’ya karşı başlattığı başkaldırı, kürdlerin bağımsızlık mücadelesinin önemli bir örneğidir. Ancak bu başkaldırının bastırılması ve Bedirhan Bey’in sürgüne gönderilmesi, Osmanlı’nın kürd liderleri üzerindeki kontrolünü pekiştirmiştir. Daha sonra, II. Abdülhamid döneminde kurulan Hamidiye Alayları aracılığıyla kürd aşiretleri Osmanlı ordusuna entegre edilmiş, böylece kürd liderleri Osmanlı’nın askeri ve siyasi politikalarının bir parçası haline getirilmiştir.

Kürd dini liderleri de benzer şekilde Osmanlı’nın panislamist politikalarına entegre edilmiştir. Özellikle II. Abdülhamid döneminde, halifelik makamı kullanılarak kürd şeyhleriyle doğrudan ilişkiler kurulmuş ve bu liderler Osmanlı’nın dini otoritesini kabul etmeye teşvik edilmiştir. Bu ümmetçi siyaset, kürd halkının ulusal bilincinin gelişmesini engellemiş ve dini bağlılık, ulusal kimliğin önüne geçmiştir.

Modern dönemde de benzer işbirlikçi eğilimler devam etmiştir. Birçok kürd siyasi lideri ve aydını, işgalci Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi islamcı devletlerle yakın ilişkiler kurma suçu işlemiş, bu devletlerin politikalarını desteklemiş ve kürd halkının ulusal çıkarlarını ikinci plana atmıştır. Bu liderlerin birçoğu, kendi kişisel, ailevi ve aşiretsel çıkarlarını kürd halkının özgürlük mücadelesinin önünde tutmuş, böylece kürdlerin bağımsızlık ve özgürlük taleplerini zayıflatmıştır.

Kürd halkının en büyük sorunlarından biri, tarih boyunca süregelen bu işbirlikçi liderlik anlayışıdır. Bu “naylon” kürd liderler, halkın özgürlük mücadelesine çok büyük bir zarar vermiş, işgalci devletlerin politikalarını desteklemiş ve kürdlerin ulusal bilincinin gelişmesini engellemiştir. Kürd halkının gerçek özgürlüğe ulaşabilmesi için, bu işbirlikçi liderlik anlayışını reddetmesi ve kendi ulusal çıkarlarını ön planda tutan, bağımsız ve kararlı bir liderlik yapısını inşa etmesi gerekmektedir.

Bu siyasi yenilgiden tek sorumlu olanlar: BÜTÜN KÜRD LİDERLERDİR

Her kürd, “rezalet”, “kabul edilmez”, “ihanet”, “işbirlikçilik”, “kürdün namusu pazarda satılıyor”, “satılmışlık”, “sözün bittiği yer” gibi ifadelerle kürdlerin içinde bulunduğu çukuru anlatıyor. Ama hemen hemen hiç kimse, bu sonucu yaratanların bizatihi kürd liderleri olduğu gerçeğini dile getirmeye cesaret edemiyor!

Kürdleri bu rezil duruma ben sokmadım, sen de sokmadın, o da sokmadı. Kürdleri bu rüsva duruma sokan kürd liderleridir – hem de yalnızca bir iki kişi değil. Başûr, Bakur, Rojava ve Rojhilat’taki bütün kürd liderler, kürd halkının içinde bulunduğu bu kabul edilemez durumun tek sorumlularıdır.

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Biri, Hatip Dicle 'Kürdistan fikrini çöpe attık' demişti, bu hain de da sevgili anavatanımıza 'çöplük' diyor!
Gel bunlara şimdi ne söyle?
Bunlar insan mı?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İmralı'daki Xapo

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bi kurdî navên çûkan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Nietzsche

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BELGENAME-1

BELGENAME-2

BELGENAME-3

BELGENAME-4

 

BELGENAME-5

 


Foundation For Kurdish Library & Museum