BELGENAME - V
Documents
Please don't be offended by the Truth

Home  |  Destpêk  |  Ana Sayfa

 

 

 

Human Evolution

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SAVAŞIN GÖLGESİNDE DOĞA VE İNSANLIK



—- Barış için küresel sorumluluğa davet!

Savaş, insanlık tarihinin en yıkıcı olgularından biridir. Ancak savaşın etkileri sadece insanların yaşamlarını yitirmesi, şehirlerin yerle bir olması ya da ekonomik krizlerle sınırlı değildir. Savaş, doğaya da büyük zararlar verir. Patlayan bombalar, yakılan ormanlar, kirletilen nehirler ve toprağa karışan kimyasal atıklar, sadece savaşın sürdüğü dönemde değil, yıllar boyunca etkisini hissettiren bir çevre felaketine yol açar. Oysa insanın gerçek düşmanı başka bir milletten, başka bir devletten gelen tehdit değil; doğanın kendisidir. Depremler, tsunamiler, kasırgalar ve orman yangınları, insanın en savunmasız kaldığı durumlardır ve bunlara karşı hazırlıklı olmak, tüm insanlığın ortak mücadelesi olmalıdır. Ne var ki Rusya ve islamist Ortadoğu ülkeleri gibi expansiyonist-hegemonist devletler, savaşlara milyarlarca dolar harcarken, doğal afetlere karşı hazırlıklı olmak için aynı çabayı göstermemektedir.

Dünyanın dört bir yanında yaşanan savaşlar, sadece insanları değil, gezegenimizin hassas ekosistemlerini de geri dönüşü olmayan bir şekilde tahrip etmektedir. Kimyasal silahların kullanımı toprağı zehirler, patlamalar havayı kirletir ve savaş bölgelerinde ortaya çıkan radyoaktif atıklar nesiller boyu sürecek sağlık sorunlarına sebep olur. Bunun yanı sıra, savaş nedeniyle milyonlarca insan yerinden edilir ve doğal kaynaklara olan baskı daha da artar. Tarım arazileri bombalarla yok edilir, su kaynakları kirlenir ve ormanlar askeri operasyonlar için bilinçli olarak yakılır. Tüm bunlar, savaşın sadece bugünü değil, geleceği de mahvettiğinin en somut göstergesidir. Savaş, doğanın hassas dengesini bozar ve küresel ekolojik felaketleri hızlandırır.

Oysa insanlık, savaşmak yerine doğaya karşı verdiği mücadelede güçlerini birleştirmelidir. Devletler, savaş bütçelerini azaltarak çevreyi korumaya yönelik yatırımlara yönelmelidir. Silah üretimine harcanan paralar, iklim krizine karşı mücadelede kullanılabilir, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılabilir ve doğal afetlere karşı dirençli şehirler inşa edilebilir. Deprem, sel ya da kuraklık gibi felaketler, herhangi bir ülkenin tek başına çözebileceği meseleler değildir. Küresel iş birliği şarttır ve bu iş birliği, savaş alanlarında değil, bilimsel araştırmalarda, çevre politikalarında ve sürdürülebilir kalkınma projelerinde gerçekleşmelidir.

Uluslararası hukuk, savaşların insanlığa verdiği zararları engellemeye çalışsa da, çevresel tahribatı önleme konusunda yetersiz kalmaktadır. Savaşan devletler, sadece sivillere verdikleri muazzam zarardan değil, doğaya verdikleri zarardan da sorumlu tutulmalıdır. Ormanları yakan, su kaynaklarını kirleten ve ekosistemleri mahveden ülkeler, uluslararası mahkemelerde hesap vermelidir. Tazminat ödemekle yükümlü tutulmalı ve bu tazminatlar, doğayı onarmak için kullanılmalıdır. Çünkü doğaya verilen zarar, sadece savaşan tarafları değil, tüm insanlığı etkilemektedir.

Barış içinde bir dünya, sadece insanların birbirine silah doğrultmadığı bir düzen değil, aynı zamanda doğanın korunduğu bir sistem olmalıdır. İnsanlık olarak, savaşın ve çevresel yıkımın önüne geçmek için ortak bir bilinç geliştirmeli ve geleceğimizi güvence altına almalıyız. Bu gezegen hepimizin ortak evidir ve eğer onu korumazsak, kaybeden yalnızca savaşan devletler değil, tüm insanlık olacaktır. Savaşların olmadığı, doğanın tahrip edilmediği, sürdürülebilir ve adil bir dünya inşa etmek hepimizin sorumluluğudur.

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Kongreya yekem a KEDKARÊN KURD 1925
(İlk Kürd İşçi Kongresi 1925)

Ev wênê kevn berî sed salan li gundê Hecî Xelîl hatiye girtin (1925). Navê niha yê vî gundî Saxkahovit (besta kulîlkan, ango gulîstan) e. Di wêne de nûnerên kongra yekem ya kedkarên kurdên Ermenîstanê xuya dikin (Ji pirtûka X.M. Çetoev, Kurdên Ermenîstana Sovyetê, Êrêvan, 1965).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kurdên ku jä hêla Stalîn'ê cellad, surgûn'ê Qazaxistan'ê bûne


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gazeteci ve araştırmacı Uzay Bulut: TÜRK VATANDAŞLARlNlN ÇOĞU GENETİK OLARAK TÜRK DEĞİLDİR .

GAZETECİ UZAY BULUT: Türk vatandaşlarının çoğu genetik olarak Türk değildir . Atalarımız Ermeni , Yunan , Kürt, Asuri , Yahudi veya Türk olmayan diğer köklere sahipti.
Köklerimizi bulmalı ve Ermeni , Rum kardeşlerimizle birlik olmalı yada en azından Anadolu'nun yerli halklarının geri dönüş hakkına saygı göstemeliyiz . Uzay Bulut

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İŞGALCİ-İSLAMİST-FAŞİST DİKTATÖRLÜK TÜRKİYE

--- KOF VE ÇÜRÜK BİR YAPI

 

 

İsrail İşgalci-islamist Türkiye'nin Suriye'deki askeri işgal noktalarını vurup perişan etti


İşgalci, islamist-faşist Türkiye’nin; içinin kurumuş bir ağaç misali bomboş olduğunu biliyoruz. Dev cüssesine bakarak korkan ve korktuğundan dolayı da hemen birtakım sahte sağ ve sol ideolojik formülasyonların ardına gizlenerek, hemen işgalci Türkiye'yle işbirliği içine giren, Hizbullah içindeki islamist (ümmetçi) ve Xapo (pkk) Hareketi içindeki sahte-devrimci, sahte-solcu kürd liderlerdir. Oysa gerçekte Türkiye hiçbir zaman bu çürük yapısından kurtulup sağlamlaşamayacak bir şekilde yıkılmaya mahkum bir işgalci-islamist-faşist diktatörlüktür.

İşgalci-İslamist-Faşist Diktatörlük Türkiye'nin yapısal olarak içi boş, çürümüş ve kof bir sistem üzerine kurulu olduğu artık gizlenemez bir gerçekliktir. Yüzeyde güçlü, büyük ve istikrarlı bir devlet gibi görünse de, bu sadece dışarıdan bakanları yanıltan bir görüntüdür. Derinlemesine bakıldığında Türkiye; çelişkilerle, krizlerle ve tarihsel yüklerle dolu bir enkazdan başka bir şey değildir. Bu enkazı ayakta tutan ise baskı, şiddet ve manipülasyondur.

Ne yazık ki, bu kof yapının gerçek doğası bilinmesine rağmen, Kuzey Kürdistan'ın kendilerine 'kürd devrimcisiyiz' diyen ümmetçi, islamist ve sahte-devrimci, sahte-solcu, kürd liderlerinin yaptığı gibi, korkudan ya da, kişisel, ailesel, aşiretsel dar çıkar ilişkilerinden dolayı Türkiye ile işbirliği yapma yolunu seçmektedirler. Bu işbirlikçilik sadece halkımızın özgürlük mücadelesine zarar vermekle kalmıyor; aynı zamanda Türkiye’nin çürümüş yapısını daha da uzun süre ayakta tutmasına hizmet ediyor, tıpkı Güney Kürdistan siyasi liderlerinin Türkiye'ye akıttıkları mliyarlarca dolarlık dev kürd sermayesi gibi, kendi işgalcisinin, kendi iişkencecisinin ve kendi en büyük düşman devletinin çarkını döndürüyorlar! Türkiye'yi “büyük bir güç” gibi göstermeye çalışan bu kürd liderler, aslında kendi halklarına karşı tarihsel bir suç işlemektedir.

Oysa gerçek şudur: Türkiye hiçbir zaman bu çürük yapısını onaramayacak, kendi içinde bir yenilenmeye gidemeyecektir. Çünkü bu devletin temel taşları; işgal, inkar, soykırım, ırkçılık, işkence, baskı ve manipülasyon politikaları üzerine kurulmuştur. Irkçı, faşist ve islamist bir zihniyetin egemen olduğu bir devletin kendi çelişkilerini çözmesi mümkün değildir. Türkiye, yapısal olarak sürekli kriz üretmeye ve bu krizleri kürd halkı üzerinde baskı kurarak “çözmeye” programlanmıştır.

Bu nedenle Türkiye'nin geleceği bir demokratik dönüşümde değil, ancak halkların özgürlük mücadelesiyle yüzleşeceği bir çöküştedir. Kürd halkı ve diğer ezilen topluluklar, ARTI İSRAİL VE AMERİKA GİBİ DIŞ DEMOKRATİK GÜÇLER bu çürümüş sistemin yıkılmasına katkı sundukça, bölgede gerçek bir özgürlük ve barış zemini oluşabilir. Türkiye’nin kof ve çürük yapısı, artık sadece içeriden değil, dışarıdan da daha fazla görünür hale gelmiştir. Şimdi mesele, bu yapıya karşı net ve tutarlı bir duruş sergilemek, işbirlikçiliği reddetmek ve özgürlük mücadelesini büyütmektir.

06.05.2025

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YEKÎTIYA GUR Û BERXA?

Li Kurdîstanê xwîn dirije
Kurdê me l'pey qûna gura diçe
Sîyasetek pir qrej e
Min fem nekir ev çi îş e

Parlementerê Dem partiyê
Bûne birayê AKP'yê
Dibên me heps û zîndan diye
Li salên berê xeletî bûye

Armanca me ne kurdîtî ye
Doza Mîsakî Mîllî ye
Li helekî Îmralî ye
L'hêla din Dem partî ye
Mala kurdan mîrat bûye

Nav danîne bratî ye
Koka me kurda hatiye
Bi rastî ev rezîlî ye
Tu kes nabê ma ev çî ye

Sahin Bilici

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hezkirin gerdûnî ye

(sevgi evrenseldir)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kürdistan'a geldiğinde kürdlere kürd soykırımı uygulamış cellat Atatürk’ün resmini hediye veriyor kürd katili Topal Osman’ın torunu Ekrem İmamoglu adlı
hayasız utanmaz işgalci, islamo-faşist türk siyasetçisi. Tabii bu arada 'T'si büyük Ahmet Türk adlı sözde kürd bundan çok memnun görünmüyor değil!!

 

Kürd Halkı Uyan! Düşman İçimizde

-- Kürd Davasını Kimler Satıyor?


Neredeyse hiç istisnasız — bütün faal veya gayri faal kürd örgütlerinde, hemen hemen bütün kürd partilerinde ve kesinlikle bütün kürd liderlerinde hiçbir direniş ya da umut kalmamıştır. Bu çıplak gerçek artık görmezden gelinemez.

Bir zamanlar bu kutsal davaya sinsice ihanet edenler, şimdi açıkça, pervasızca ihanet etmektedir. Kürd halkı ve onun kutsal kurtuluş ve bağımsızlık davası, düşmana satılmıştır. Lider görünümlü iş birlikçiler, işgalci-islamist türk devletinin kurumlarına girmek, onların sözde parlamentolarında ve belediyelerinde yer almak için birbirleriyle yarışmaktadır.

Bu hainler, halkın kanı ve onca mücadelesiyle örülmüş direnişi, işgalci, islamist sistemin çıkarlarına feda etmişlerdir. Onlardan bağımsızlık, onur ya da umut beklemek; düşmandan merhamet beklemekle eşdeğerdir. Artık halk olarak gerçeği görmeli, onları sadece eleştirmekle kalmayıp, tecrit etmeli ve mahkum etmeliyiz.

Çünkü bugün yaşanan soykırımın, katliamların, yok sayılmanın asli sorumlusu bu kürd liderler ve siyasi yapılardır. Bilinçli, kasıtlı ve sistematik bir ihanettir bu. Affedilemez, geçiştirilemez.

Canını kurtar kürd halkı! Ancak hayatta kalanlar yeniden bir direniş ve kurtuluş örgütleyebilir. Gerçek direniş, ihaneti tanımakla başlar. Gerçek zafer, hainleri sırtımızdan atmakla mümkün olur.

İhanetin Anatomisi: Kürd Davasını Kimler Satıyor?

Kürd siyaseti, kesinlikle tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşamaktadır. Bu kriz; sadece devlet baskısı, yasaklar veya askeri saldırılarla açıklanamayacak kadar derindir. Krizin merkezinde, bizzat kürd adına siyaset yaptığını iddia eden aktörlerin sistemle bütünleşmiş işbirlikçi halleri yatmaktadır.

Bir zamanlar örtük şekilde süren bu işbirlikçilik, bugün artık açıktan yapılmaktadır. Sözde kürd partileri ve liderleri, türk devletinin kurumlarında yer almayı bir kazanım olarak sunmakta, halkın gerçek talep ve özlemlerini sistem içi çözüm hayalleriyle boğmaktadır. Bu, yalnızca pasif bir ihmal değil, doğrudan doğruya aktif bir ihanettir.

Bu ihanetçi lider aktörler, kürd halkının acılarını görünmez kılmakta, uluslararası dayanışma ihtimalini baltalamakta ve işgalci-islamist düşman algısını zayıflatmaktadır. Halkın direniş potansiyeli, örgütsüzleştirilmiş ve bilinçsiz hale getirilmiştir. Tüm bu sonuçların altında ise, kasıtlı olarak görevini yapmayan bir siyasi lider sınıfın etkisi bulunmaktadır.

Dolayısıyla mesele sadece bir “lider eleştirisi” değildir; bu, bir sistem meselesidir. Kürd halkı, varoluşsal bir mücadele verirken, mevcut siyasal yapıların halkı temsil etmediği, tam tersine halkın özlemlerine karşı çalıştığı açıkça ortaya çıkmıştır. Yeni bir mücadele hattı, ancak bu yapılarla radikal bir kopuşla mümkün olabilir.

09.04.2025


TBK
TOREYA BERXWEDANA KURD

(Kürd Direniş Paradigması)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İgalci-ırkçı, islamo-faşist türk

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MHP = CHP
CHP = MHP

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İşgalci-islamo-faşist ırkçı-türklük devleti şu veya bu şekilde tam bir kürd öğütme ve yoketme lanetli makinasıdır.
Devşirdiğini de kürd olduğu için yine katleder.

KÜÇÜK GÜNEY KÜRDİSTAN'IN (Batı Kürdistan'ı Rojava'nın) ZOR AŞİRETİNDEN BİR KÜRD. KİM Mİ?

Fatin Rüştü ZORLU (Ahmet Fatin ZORLU) işgalci islamist türk devleti'nin Demokrat Parti milletvekili.
1910 İsviçre doğumlu. Baba;İbrahim Rüştü, anne; Hatice Güzide. Ögrenim; Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi,
Paris Siyasi İlimler Okulu Maliye Bölümü, Yüksek İlimler Beynelmilel Enstitüsü Bildigi diller; İngilizce, Fransızca. Meslekleri; Diplomalı, Hukuk, İktisadî Mali İşler.
Görevler; Dışişleri Bakanlığı Memuru, Silahsızlanma Konferansı Heyeti Kâtibi, Hukuk Müşaviri, Montreux Boğazlar Mukavelesi Konferansı Hukuk Müşaviri, Bern, Paris, Moskova Büyükelçilik Başkatibi,
Cemiyeti Akvam Daimî Büro Şefi, Siyasi Malumat Bürosu Müdürü, Moskova Büyükelçiliği Orta Elçilik Müsteşarı, Beyrut Başkonsolosu,
Dışişleri Bakanlığı İktisat ve Ticaret Dairesi Genel Müdürü, Havana Ticaret ve Tarifeler Konferansı türk Heyeti Başkanı,
Dışişleri Bakanlığı Genel Kâtip Yardımcısı, İktisadî İşbirliği Teşkîlâtı Genel Sekreteri, Büyükelçi, Nato Nezdinde Daimî Temsilci.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



 

 



HUDA-PAR + DEM = 2 HAİN ve sözde kürd partisi

''PÊKEWE JIYAN'', ''BERABER YAŞAMA'', ''HALKLARIN KARDEŞLİĞİ'', “MÜSLÜMANLARIN BİRLİĞİ” gibi sahte ve teslimiyetçi sloganlar, mücadele kaçkını kürd liderlerin işgalciye teslim ve entegre olma program ve hedefleridir.

 

 

 

ÜMMET MASKESİYLE HALKINI SATANLAR: KÜRD TARİHİNİN İHANET ZİNCİRİNDE MÜSLÜMAN ŞEYHLİK OCAĞI VE ULUSAL KURTULUŞUN GERÇEK YOLU


— İşgalcinin sofrasına oturan her kürd din adamı, aslında kendi halkının celladıyla işbirliği yapmış demektir.


Tarih boyunca kürd halkı, çoğu zaman kendi içinden çıkan işbirlikçi dini liderlerin, din maskesi takmış teslimiyetçilerin ve işgalci uşaklarının yüzünden ulusal birliğini sağlayamamıştır. Özellikle Osmanlı ve Safevi dönemlerinde binlerce müslüman kürd din önderi, kürd halkının genel çıkarları doğrultusunda örgütlenip işgalcilere karşı mücadele etmek yerine, islam ümmeti safsatası uğruna kendi halkının sömürülmesine ortak oldu. Şeyh Ubeydullah Nehri gibi birkaç istisna dışında, şeyh ve mürit düzeni her daim halkın işgalcilere boyun eğmesini vaaz etti. 1880’de Şeyh Ubeydullah, Osmanlı ve İran işgaline karşı ayaklandığında bile birçok kürd şeyhi ona destek vermedi, hatta işgalcilerle işbirliği yapıp onu arkadan vurdu. O gün yaşanan bu ihaneti bilmeyen, bugün hala kürd halkının özgürlüğünü “ümmet” laflarıyla erteleyenlerin tavrı, tarihte hep aynı ihanet zincirinin devamı oldu.

1925’teki Şeyh Said Kıyamı da aynı kaderi paylaştı. Ne acıdır ki, o dönemde binlerce müslüman kürd din adamı, işgalci türk ordusuna dua etti, türk işgaline karşı başkaldıranlara kafir damgası vurdu. Oysa gerçek anlamda bir kürd ulusal kurtuluş mücadelesi verilmesi konusunda fikir üreten kürd şair ve yazar Ehmedê Xanî, daha yüzyıllar öncesinden bu duruma işaret etmiş, “kürd milleti uyanmadıkça, işgalciler tarafından hep ezilecektir” demişti. Ne yazık ki Ehmedê Xanî’nin uyarısı bugün hala karşılık bulmuş değil.

Modern dönemde de benzer tablolar tekrarlandı. 1946’da Mahabad Kürd Cumhuriyeti deneyimi, tarihin en acı örneklerinden biridir. Peşewa Qazî Mihemed önderliğinde ilan edilen kürd devleti, kısa sürede İran işgaline uğradı ve Qazî Mihemed darağacına gönderildi. Yine aynı dönemde, yüzlerce kürd mollası ve şeyhi, işgalci İran ordusuna biat ederek Qazî Mihemed’e karşı fetva yayınladı. O gün darağacında asılan yalnızca Qazî Mihemed değildi, bir halkın özgürlük umudu da işbirlikçi din adamlarının ihanetiyle boğulmuştu. Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin yıkılışı, kürd halkına bir kez daha gösterdi ki, işgalcinin dini olmaz, işgalcinin insanlığı da olmaz. O yüzden özgürlük mücadelesi yalnızca inanç değil, ulusal bilinç ve irade işidir.

Benzer bir ihaneti 1980’lerde Rojava’da yaşanan olaylarda da görmek mümkün. Suriye rejimi, kürd halkını sindirmek için kürd köylerini yakıp yıktığında, bazı müslüman kürd şeyhleri, Esad rejimiyle anlaşarak kürd gençlerinin devrimci hareketlere katılmasını engelledi. Özellikle Qamişlo, Dêrik ve Kobane bölgelerinde, halkın özgürlük talebi şeyhlerin fetvalarıyla bastırılmaya çalışıldı. Fakat her dönemde olduğu gibi, yine bazı onurlu istisnalar çıktı. Osman Sebrî, Cegerxwîn ve Mele Mustafa Barzanî gibi isimler, işgalcilere karşı halkını savundu ve teslimiyetçiliğe boyun eğmedi. Ne var ki, tarih boyunca on binlerce işbirlikçiye karşı yalnızca birkaç yiğit liderin çıkması, kürd halkının yaşadığı trajedinin boyutunu açıkça gözler önüne seriyor.

Bugün Kürdistan’ın dört parçasında hala benzer tablolar yaşanıyor. Başta işgalci Türkiye olmak üzere, İran, Irak ve Suriye işgalci devletleri, din maskesiyle kürd halkını uyutmaya, millî talepleri “ümmet kardeşliği” söylemiyle unutturmaya çalışıyor. Ne yazık ki bazı kürd din adamları ve siyasetçileri, işgalcilerin bu politikalarına gönüllü hizmet ediyor. 2020’de Hewler’de bir grup mollanın, türk devletinin Kürdistan’a düzenlediği hava saldırıları için “meşrudur” fetvası vermesi, bu ihanet zincirinin hala sürdüğünün somut göstergesidir.

Kuzey Kürdistan’da dindarlık maskesi altında en adi bir sadık ümmetçilik uşaklığı oynanıyor. Hüdapar, Menzil şeyhleri gibi kalpazan dindar çevreler okur yazarlığı olmayan dünyadan bihaber geniş kürd kitlelerini işgalci devlete uşaklık yaptırma yoğun faaliyetleri içindeler. Oysa eğer gerçekten dindar olsalardı, dinde en büyük ibadetin haksızlığa karşı çıkmak olduğunu bilip, bu uğurda işgalci devletlere karşı verilen mücadelenin saflarında yer alırlardı.

Artık kürd halkı bu oyunları görmeli, tarihini iyi okumalı ve işbirlikçi düzeni yıkıp gerçek halk önderlerini yaratmalıdır. Çünkü işgalcinin sofrasına oturan her kürd şeyhi, aslında halkının celladıyla işbirliği yapmış demektir.


Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

İŞGALCİ İSLAMO-FAŞİST KÜRD DÜŞMANI OSMANLI'NIN
KÜRDLERİ KÜÇÜLTÜCÜ GENEL SAYIM BEYANI

1854 Yılı

 



 

 

 

 

 

Bu tablo, L'Almanach de Gotha’nın 1854 yılı baskısından alınmış olup, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki etnik grupların (“ırklar”) tahmini nüfus dağılımını Avrupa, Asya ve Afrika coğrafi bölgelerine göre göstermektedir. Bu, modern anlamda bir nüfus sayımı değildir; daha çok dönemin gözlemlerine ve tahminlerine dayalı bir derlemedir.

Tablo başlıklarının açıklaması:

  • Races = Etnik gruplar

  • Europe = Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kısmındaki tahmini nüfus

  • Asie = Osmanlı’nın Asya kısmındaki (Anadolu, Mezopotamya vb.) nüfus

  • Afrique = Afrika kısmındaki (özellikle Arap Yarımadası'nın batı kıyıları ve Kuzey Afrika) nüfus

  • Totaux = Her etnik grubun Osmanlı genelindeki toplam nüfusu


Etnik gruplar ve nüfusları (bin kişi olarak):

(Burada kürdleri 'etnik gruplar' ibaresinin altına yerleştirmişler ama kürdler HİÇBİR zaman azınlık olmadı çünkü kürdlerin nüfusu herzaman bütün Ortadoğu kavimlerinin çok üzerindeki bir sayıdadır. Çünkü kürdlerin nüfusu daha neolitik dönemdeyken nüfusu ilk artan kavimdir. Kürdlerin nüfusunun Ortadoğu'daki bütün kavimlerden herzaman fazla olmasının sırrı da işte buradadır.)

Etnik Grup Avrupa Asya Afrika Toplam
Osmanlılar 2.100.000 10.700.000 12.800.000
Rumlar 1.000.000 1.000.000 2.000.000
Ermeniler 400.000 2.000.000 2.400.000
Yahudiler 70.000 80.000 150.000
Slavlar 6.200.000 6.200.000
Rumenler 4.000.000 4.000.000
Arnavutlar 1.500.000 1.500.000
Tatarlar 16.000 20.000 36.000
Araplar 900.000 3.800.000 4.700.000
Süryaniler 235.000 235.000
Keldaniler 235.000 235.000
Farslar 30.000 30.000
Kürtler 1.000.000 1.000.000
Türkmenler 85.000 85.000
Çingeneler 214.000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Robin Hood på kurdiska: Karavanernas kommunister med hjärta av guld

 

 

 

Ha ha haahaaaa! De kurdiska banditerna var onekligen mycket populära här i Väst. De var till och med barmhärtiga enligt en tidig tysk källa. Här kommer två källor. En svensk och en tysk: "Kurdiska banditer är riktiga KOMMUNISTER. När de rånar karavaner längs Sidenvägen, lämnar de alltid tillräcklig med mat, drick och kläder så att man inte svälter ihjäll eller dör av törst och kyla". __ Källa: Den tyske författaren och historikern A. V. SCHWEIGER LERCHENFELD om kurder ı boken ORIENTEN, 1881 BERLIN

Visst, de kallades banditer – men vi snackar inte om några simpla rövarpack här. Nej nej, de här kurdiska kommunist-cowboys hade moralregler värdig en FN-konvention. Efter att ha rånat en karavan på Sidenvägen, såg de till att lämna kvar lite bulgur, vatten och varma filtar – som om de drev ett rövarkollektiv med socialt ansvar. Tänk dig en rånare som först ropar "Detta är ett rån!" och sedan "Glöm inte mössa, det blir kallt i öknen i natt!" – det är nästan så man önskar att man själv blev rånad.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Cahil ile tartışırken söyleyeceğin her sözcük ateşe atılmış birer odundur aslında. LEV TOLSTOY

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İşgalci-İslamo-faşist türklerin solcusu da faşist sağcıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Svensk blåögdhet

Erkänner den palestinska jihadist-terroristiska organisationen PLO och HAMAS och ger dem värdefulla politiska, diplomatiska och ekonomiska stöd,
vars huvudmål är att "utrota inte bara judarna i Israel utan även judarna i hela världen"!

Detta är inte enbart terrrorism utan även rasism utan motstycke

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Israel under attack!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SİMGELERİN GÖLGESİNDE KAYBOLAN MÜCADELE

 

 

 

Aslında bu sarık bir kürd milli kıyafeti de değildir. İslamın içindeki siyasi-ideolojik bir örgütlenme olan tarikatçılığa, islami şeyhliğe özgü islami bir kıyafettir. Eskiden uzun çizgili deseni olan peştemal'lar kullanılırdı. İşte o kürdi bir gelenekti. Ama 1960'lardan sonra da filistinlilerin cihatçılık davasına atfen bu dikenli tel örgülü desenli paçavra kullanılmaya başlandı.

 

 



— Kürd liderlerinin stratejik çıkmazı

Kafalarında sarık gördüklerinde—üstelik islamcı terörizmle özdeşleşmiş, filistinlilere mal edilmiş bir paçavra ile örülmüş bir sarıkla—doğal olarak hemen kürdleri islamcı olarak değerlendiriyorlar. Oysa kürdler, komşuları islamist türklerin, arapların ve farsların tam tersine laik-seküler-demokratik bir millettir. Ne yazıkki bu yüzden bugün dünyada kimsenin kürdlerin ulusal-demokratik ve eşitlik mücadelelerine fazla bir sempati beslemediğini görüyoruz. “Ne halleri varsa görsünler” diyerek mesafeli duruyorlar. Oysa milli kıyafetler, özel ve anlamlı günlerde giyilmelidir. Sürekli olarak bu kıyafetleri kullanmak, onların anlamını ve önemini yıpratarak sıradanlaştırır. Sonra bu tür bir sarık bir kürd milli kıyafeti de değildir. İslamın içindeki siyasi-ideolojik bir örgütlenme olan tarikatçılığa, islami şeyhliğe özgü islami bir kıyafettir. Eskiden uzun çizgili deseni olan peştemal'lar kullanılırdı. İşte o kürdi bir gelenekti. Ama 1960'lardan sonra da filistinlilerin cihatçılık davasına atfen bu dikenli tel örgülü desenli paçavra kullanılmaya başlandı.

Öte yandan, kürdlerin en hayati meselesi olan ulusal kurtuluş, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi için tam anlamıyla bir mücadele vermiyorken, adamın sadece milli kıyafet giymekle kürdlüğüyle övünmesi, oldukça zayıf ve hatta sahte bir milliyetçilik anlayışıdır. Ama bir ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi vererek övün övünebildiğin kadar. Mücadelenin en önemli ve gerekli şartlarını yerine getirmeden, sadece semboller üzerinden kimlik vurgusu yapmak, büyük bir ihmalkarlığı gizleme çabasından öteye gitmez. Bu durum, halkın duygularını sömürerek meseleyi yüzeysel bir noktaya indirgemek anlamına gelir.

Liderlerin böyle bir tavır sergilemesinin altında yatan nedenleri anlayabilmek için konu öncelikle siyasi ve toplumsal bir bağlamda değerlendirildiğinde açıkça görülen şey: Kürd liderlerinin herzaman semboller ve gösteriş üzerinden siyaset yapmaları, onların gerçekçi çözümler üretmek yerine sadece halkın duygularına hitap etmeye gayret gösterdikleridir. Bunun temelinde hem iç dinamikler hem de dış baskılar yer alır. Kürd hareketleri tarih boyunca sürekli baskı altında olduğu için, kimliklerini koruma refleksiyle sembollere fazlasıyla anlam yükleyebilirler. Ancak bu durum, ulusal bağımsızlık ve özgürlüklük gibi temel meseleleri arka plana iterek mücadelenin içini boşaltma riskini taşır.

Özellikle dini sembollerle milliyetçi sembollerin iç içe geçirilmesi, mücadeleyi zayıflatan faktörlerden biridir. Sarık gibi dini kıyafetlerin sürekli ve dikkatsizce kullanılması, dış dünyada islamcılıkla özdeşleştirilerek olumsuz algılara yol açabilir. Bunun en büyük sonucu, kürd hareketinin uluslararası düzeyde destek bulamaması ve yalnızlaşmasıdır. Küresel aktörler ve demokratik çevreler, milliyetçi ve seküler söylemlerle daha rahat ilişki kurarken, islami vurgunun ağır bastığı hareketlere mesafeli yaklaşırlar. Bu davalar ne kadar haklı ve ne kadar milli olursa olsun, fazla bir sempati toplamaz! İşte liderleri dini-muhafazakar bir çizgide yürüyen kürdlerin tamamen izole olmuş durumu gözler önündedir. Liderlerin bu gerçeği göz ardı ederek sembollere sıkı sıkıya sarılmaları, kürd halk kesimleri içinde de gereksiz bölünmelere sebep olabilir.

Bunun yanı sıra, semboller üzerinden milliyetçiliği yüceltmek, gerçek sorunların üstünü örtmek için bilinçli bir strateji haline gelebilir. Kürdlerin asıl mücadele alanları olan ulusal kurtluş, bağımsızlık ve özgürlük yerine, kıyafet, kültürel özgürlükler gibi yüzeysel unsurların ön plana çıkarılması, halkın enerjisinin yanlış yönlendirilmesine neden olabilir. Liderler, halkın dikkatini gerçek mücadele olan ulusal kurtuluş ve bağımsızlık davasından uzaklaştırmak ve kendi konumlarını korumak için böyle taktikler geliştirebilirler. Bu tür bir yönlendirme, zamanla mücadeleyi içi boş bir kültürel kimlik politikası haline getirerek kürd halkını pasifleştirme riskini doğurur.

Bağımsızlık ve özgürlük gibi büyük idealler, ciddi ve kapsamlı bir mücadele gerektirir. Tarihte başarılı olmuş özgürlük hareketlerine bakıldığında, liderlerin öncelikle siyasi, ekonomik, askeri ve diplomatik stratejiler geliştirdiği görülür. Kürd liderleri ise her zaman bu temel meseleleri ihmal ederek, semboller ve dini ritüeller üzerinden bir tür “mücadele” yürütmeyi tercih etmektedir. Oysa gerçek bağımsızlık mücadelesi, diplomasi, askeri planlama, ekonomik kalkınma ve kültürel inşa gibi çok boyutlu süreçler gerektirir. Sadece milli kıyafet giyerek ya da etnik kimliği sadece görünüş üzerinden tanımlamak, bu süreçlerin yerini tutamaz. Bu gidişle, ne yazıkki tıpkı eski kürd liderlerin yaptığı gibi, mevcut faal kürd liderler de, hepimizi yine büyük bir hüsrana uğratacakları kaçınılmazdır!

Kürd hareketinin geleceğini belirleyecek olan şey, liderlerin taktiksel kararlarıdır. Eğer semboller ve dini ritüeller yerine, gerçek anlamda ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesine odaklanılırsa, halkın desteği de daha bilinçli ve sağlam bir zemine oturacaktır. Aslında fedakar kürd halkı ulusal mücadeleye destek verme konusunda şimdiye kadar en ufak bir zaaf ve kusur göstermemiştir. En büyük ve hiç affedilmeyen büyük kusur ve hatta suçları kürd liderler işlemeye devam etmektedirler.

Sahte milliyetçilik ve göstermelik hamlelerle halkın duygularını sömürmek, sadece mücadeleyi zayıflatmaya hizmet eder. Gerçek milliyetçilik, halkın temel haklarını ve özgürlüğünü sağlamaya yönelik somut adımlar atmaktan geçer, dış görünüşe dayalı sembollerle avunmaktan değil.

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DÖRT PARÇA KÜRDİSTAN’DA KÜRD LİDERLERDE HİÇBİR BOK YOK!


— Bush’la, Obama’yla, Trump’la görüşebilmeyi bir IRAKLI OLMA NİMETİ olarak görenler, Erdoğan gibi uluslararası arenada beş paralık kıymeti olmayan siktiriboktan bir türk liderinin — hem de Kürdistan baş işgalcisi, islamist, faşist, diktatör, kürd halk düşmanı birinin — kendini affettirmek için yaptığı Ukrayna-Rusya barış havariliği yağcılığı manevrasından dolayı bu zavallı faşisti büyük bir dünya lideri zannederler. Çünkü siyaset bilmiyorlar. Uluslararası ilişkilerin nasıl işlediğinden, dünya siyasetinin nasıl kurulduğundan, çıkar çatışmalarının nasıl yönetildiğinden bihaberler. Kürd lideri olamayanların ve olmak istemeyenlerin içine düştüğü büyük yanılgı girdabı işte tam budur. Oysa gerçek bir kürd lideri olsalar, yukarıda adı geçenlerin her biri o liderin yanında sıraya girerdi.

Kürd siyaset tarihinde ciddi bir liderlik eksikliği her zaman var olmuştur. Bu eksiklik sadece askeri veya siyasi yeteneksizlikten değil, ideolojik bağımsızlıktan kaynaklanmaktadır. Tarih boyunca islam ideolojisinin prangasında yaşamış olan kürd liderler, ya dinin kutsallığı adına susturulmuş, ya da işgalci devletlerin sofrasında artıklarıyla yetinmiştir. Günümüzde de aynı zihniyet devam ediyor. İslamcıların gazabından, Türkiye, İran veya Irak devletlerinin tepkisinden korkarak suskun kalmayı tercih eden sözde liderler, halkına önderlik etme cesaretini hiçbir zaman gösteremedi. Oysa halktan gelen Mehdi Zana gibi istisnalar, kürd halkının tarihinde ne kadar nadir ve kıymetli liderler olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bir türk ordusu albayını halkın önünde tokatlayacak cesareti göstermek, bugün bile birçok kürd liderinin hayal bile edemeyeceği bir tavırdır. Oysa Mehdi Zana bunu hemde 1960’ların kürd kırsalında büyük bir türk komando ordusu zulmü sürerken yaptı.

Bugün Kürdistan coğrafyasında dört parçaya bölünmüş halk, kendi kaderini tayin hakkı konusunda birbirinden kopuk, vizyonsuz ve korkak liderlerin esaretindedir. Kürd halkı adına konuşanlar, kendi konumlarını ve kazançlarını kaybetme korkusuyla gerçekleri dile getirmiyor. İşgalci devlet liderleriyle fotoğraf çektirip, birkaç göstermelik açıklama yaparak halkı avutmaya çalışıyorlar. Ne kendi halkının çıkarını uluslararası platformlarda savunabiliyorlar, ne de işgalcilerden hesap sorabiliyorlar. Çünkü kölelik ruhu kemiklerine işlemiş. Ne yazık ki halk da bu teslimiyetçi ve edilgen tavra alıştı. Önderlik boşluğu büyüdükçe, halkın özgüveni de zayıflıyor.

Kürd liderliği denince akla gelmesi gereken şey; halkın canı, malı ve geleceği için canını ortaya koyabilen, işgalciye işgalci diye haykırabilen, halkının ulusal çıkarlarını savunmaktan korkmayan, uluslararası arenada kendi halkının haklı davasını cesurca dillendiren kişidir. Oysa bugün gördüğümüz lider profili; ya işgalci devletlerin uydusu olmuş, ya da Batılı emperyalistlerin projesi içinde kendi halkının çıkarlarını ikinci plana itmiş isimlerden ibaret. Ne ideolojik duruşları var, ne stratejik vizyonları, ne de gerçek anlamda bir ulusal bilinçleri. Böyle bir ortamda halkın örgütlü, bilinçli ve militan bir ruhla kendi gerçek liderlerini yaratması şarttır.

Bir halkın kaderini tayin hakkı, o halkın kendi iradesiyle mümkündür. Hiçbir işgalci kendi rızasıyla çekilip gitmez. Hiçbir emperyalist, sömürdüğü coğrafyayı kendi isteğiyle terk etmez. Bunun bilinciyle hareket edecek, işgalciye işgalci, zalime zalim diyebilecek, halkını kendi kaderinin efendisi yapmak için her türlü riski göze alacak liderlere ihtiyaç var. Aksi halde birkaç uyduruk özerklik kırıntısıyla, işgalcinin izin verdiği sınırlar içinde siyaset yapmak, halkın tarihsel taleplerini ertelemekten başka bir işe yaramaz. Kürd halkının acilen kendi ulusal liderlik anlayışını yeniden tanımlayıp, mevcut işbirlikçi yapıları tasfiye etmesi gerekiyor.

Tarih, cesur liderleri ve halkının kaderini değiştiren devrimcileri yazar. Bugün Ortadoğu coğrafyasında, işgal altındaki halklar içinde en örgütlü ve mücadeleci halk kürdler olmasına rağmen, en ciddi liderlik krizini de kürdler yaşıyor. Çünkü bugüne kadar çıkar ilişkileri, aşiretsel, mezhepçi, aileci yaklaşımlar ve işgalci devletlerin kontrolünde şekillenen liderlik anlayışı, gerçek anlamda bağımsız ve halkçı bir liderliğin önünü tıkadı. Mehdi Zana gibi onurlu ve cesur duruşlar, işte bu yüzden hem halk içinde hem de işgalciler nezdinde bir tehdit olarak görülüp bastırılmaya çalışıldı. Ama artık yeni bir döneme girildi. Kürd halkının sabrı tükendi, talepleri büyüdü. Ve bu halk yeni Mehdi Zana’larını yaratmaya muktedirdir.

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

İslamist ve sahte-devrimci/solcu kürd liderlerin kardeşi SALLAMA SEVİYOR!



Kürd gençlerini bu islamo-faşist işgalci türklerin (CHP'nin/İmamoglu'nun) mitinglerine kürd liderler dayak yemeleri için
MAHSUSEN gönderiyorlar. Bu pankart İstanbul Saraçhane türk-mitinginde (mart 2025) sallandı

Kürd gençlerinin işgalci-ırkçı islamo-faşist türklerce darp edilip dövülmelerini kürd liderler BİLEREK teşvik ediyor!
Gençler artık bağımsızlık karşıtı bu hain liderlere karşı durmanın zamanı çoktan gelmiştir!

 

 



Bu pankart İstanbul Saraçhane türk-mitinginde (mart 2025) sallandı

 

 

SAHTE KARDEŞLİK YALANLARI VE KÜRD HALKINA KURULAN TUZAKLAR

— İslamo-faşist tork-ereb-parsek işgalciler, dini ve milli duyguları kullanarak halkımızı yalan kardeşlik kandırmacası doğrultusunda kandırırken, kürd liderleri bu oyuna BİLEREK alet oluyor!!!

— KÜRD HALKI ÇOK BÜYÜK BİR HALKTIR. TESLİMİYETÇİ Kürd liderler ise çok alçaktır.

— Bakın, bu yalan ve sahte "kardeşlik" palavralarıyla kürd halkını, Kürdistan'ın her dört parçasında nasıl bilinçli bir şekilde yanlış yönlendirerek işgalci islamo-faşist tork, ereb ve parseklere dövdürüyorlar!

Bugün Şeyh Said Efendi'ye atfedilen bir maketin İstanbul'daki Saraçhane mitinginde sembolik olarak idam edildiği ve kürdlerin tel'in edildiği sosyal medyaya yansıdı. İmamoğlu taraftarları, protestoya katılan kürdleri miting meydanlarında linç edercesine dövüyorlar.

Kürd halkı yüzyıllardır türlü zulümlere, ihanetlere ve sömürgeci politikaların en acımasız formlarına maruz kalmıştır. Ancak en büyük tehlike, açık düşmanlardan ziyade, dost maskesi takan sahte kardeşler ve onların içimize yerleştirdiği işbirlikçi kürd liderlerdir. Halkımızın haklı mücadelesini baltalamak için bilinçli bir şekilde üretilen "kardeşlik" yalanları, her seferinde Kürdistan'ın dört bir köşesinde yeni trajedilere yol açıyor.

Kuzey kürd liderlerin ''türk-kürd kardeşliği'' gibi yalan ve alçakça bir sloganı sürekli kürd kitlelelere empoze ederek kürd halkını işgalci islamo-faşist türklere kırdırıyorlar.

Güney'deki kürd liderler ''PÊKEWE JIYAN'' gibi teslimiyetçi ve işgalcisiyle entegre olma, birleşme solganlarıyla kürdleri işgalci islamo-faşist ereblere kırıdıryorlar.

Doğu kürd liderleri ''İran'a demokrasi Kürdistan'a özerklik'' ve ''fars ve kürd halkları kardeştir'' gibi bağımsızlık karşıtı ihanetçi sloganlarla kürd halkını işgalci islamo-faşist parseklere kırdırıyorlar.

Batı Kürdistan'daki teslimiyetçi-hain kürd liderler de ''kürd ve erebler kardeştir'' yalan sloganlarıyla işgalci islamo-faşist Suriye'nin yedeğine yamalanıyorlar.

İşgalciler, dini ve milli duyguları kullanarak halkımızı bu doğrultuda kandırırken, kürd liderleri bu oyuna BİLEREK alet oluyor. Sonuç olarak, bizler bir kez daha kan ve gözyaşı içinde bırakılırken, onlar ya koltuklarını koruyor ya da efendilerine sadakatle hizmet ediyorlar. İşte Saraçhane'de sahnelenen rezalet bunun en son örneklerinden biri oldu. Şeyh Said'e atfedilen bir maketin sembolik olarak idam edilmesi ve bu provokasyonun sosyal medyada alaycı bir dille yayılması, aslında yıllardır sistematik olarak sürdürülen kürd karşıtı nefretin açık bir göstergesidir.

Bu tür olaylar gösteriyor ki, kürd halkı yalnızca işgalci rejimlerin baskısıyla değil, aynı zamanda sistemin beslediği güdümlü kitlelerin saldırılarıyla da karşı karşıya. İmamoğlu gibi sözde demokrat siyasetçilerin mitinglerinde yaşananlar, kürdlerin Türkiye sınırları içinde nasıl ikinci sınıf vatandaş bile sayılmadığının kanıtıdır. Miting alanlarında protestoya katılan kürdlerin linç edilmeye varacak şekilde dövülmesi, aslında devletin teşvik ettiği bir şiddet kültürünün yansımasıdır. Bugün bir grup insan, alkışlarla bir kürd'ü dövüyor, yarın aynı kalabalık başka bir kürd'ü darağacına göndermeye hazır olacaktır. Bu tablo karşısında, artık halkımızın uyanması ve KÜRD LİDERLER tarafından sürekli kandırıldığı ve bu sahte kardeşlik-dostluk yalanlarını reddetmesi gerekiyor. Kürd halkı ancak kendi öz gücüne, kendi tarihine ve kendi mücadelesine güvenerek ayağa kalkabilir. Aksi takdirde, her nesil bir öncekinden daha fazla ihanete, asimilasyona ve şiddete maruz kalacaktır.

26.03.2025

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

EURO-ISLAM ÄR DÖDSFÖDD: EUROPAS LIBERAL ISLAM PROJECT SKET SIG ORDENTLIGT - Så är det om Vetenskapsakademien delar ut Nobelpris på politiska premisser och belönar människor som egentligen INTE är några vetenskapsmän. EU trodde att man skulle vinna islamistiska Turkiet och därför gynnar man och favoriserar denna fascistiska skitstaten så här dramatiskt. Det förstår man varför. Turkiet är i själva verket en europeisk innovation. Men.. TURKEN, fascisten, nobelpristagaren i kemi (2015): AZIZ SANCAR gav sitt nobelpris till sin idol islamo-fascisten Erdogan..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Üç uç tip insan!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

''Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olurmuş''. Konfüçyüs

İşte böyle yavuz hırsız çapulcu türk işgalci islamistler kürdlere terörist diyor.
Asıl teröristler kendini böylece gizlimeye çalışıyor ama yaptıkları terör suçları ortada duruyor

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Malbateke ewrûpî li Kurdistan'ê dijî ..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yek gulan - Yek gulan - Cejna karker û xebatkaran

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İŞGALCİ-IRKÇI İSLAMO-FAŞİST TÜRKLRİN türk-tv EKRANLARINDA KULLANDIKLARI
SARI SAÇLI MAVİ GÖZLÜ UNSURLAR = YUNAN KILIÇ ARTIKLARI DEVŞİRMELER


-- Ki bu devşirme SOYSUZLARDAN bazıları türkten daha çok türk olmuş bir şekilde kürd halkına saldırmaktadır

Blonde Hair & Greek DNA in Turkey: A Curious Connection?

These maps provide an interesting perspective on genetic and phenotypic traits in Turkey. The top map illustrates the percentage of people with blonde hair across different regions, while the bottom map suggests the distribution of Greek DNA within the country.

A notable pattern emerges: the western coastal regions, historically home to significant Greek populations, show higher percentages of Greek DNA and a somewhat higher prevalence of lighter hair. Could this be a remnant of centuries of Greek influence in Anatolia?

Source: Click here

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Secular-Democratic Kurds contrary ISLAMO-FASCIST TURKS-ARABS & PERSIAN ISLAMIST STATES

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İşgalci, islamo-faşit türklerin PİÇ BABASI ATATÜRK ve ÖĞRENCİSİ HİTLER
Hitler Nazi generallerine hitaben yaptığı bir nutukta şöyle demişti: ''Benim ustam İl Duçe'^dir (Musolini) ama onun da ustası
Mustafa Kemal'dir. Bu mavi gözlü lider bana nasyonalizmin ne olduğunu çok iyi öğretmiştir
.''

“Hitler'in Selanikli'yi "hocası" olarak kabul ettiği bir isnat yada yakıştırma olmayıp bizzat milyonlarca insanın
yaşamına kıymış bir insanlık suçlusunun kendi beyanıdır. Bu yanıyla kemalizm nazizme girizgah ve
mukaddimedir, diğer deyişle başlangıç hatta temeldir.”

KFD

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aziz Nesin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gökdelen Yanılgısı:

—- Beton ve Metal Ormanların Tehlikeli Gerçeği


Yüksek bina inşa etmenin ne kadar büyük bir hata olduğu genellikle ancak bir deprem anında fark ediliyor, ancak o zaman çok geç oluyor. Bu durum sadece Bangkok için değil, New York, Hong Kong, Pekin ve Buenos Aires gibi dünyanın dört bir yanındaki binlerce büyük şehir için de geçerlidir. Bu şehirlerde yükselen gökdelenler, adeta pimi çekilmeyi bekleyen saatli bombalar gibidir. Bir deprem anında bu yapılar on binlerce, hatta yüz binlerce insanın hayatına mal olabilir. Modern şehirleşme adına yapılan bu gökdelenler, aslında büyük bir risk barındırıyor ve insan hayatını hiçe sayan bir mühendislik anlayışını temsil ediyor.

Özellikle üretimden uzak, hiçbir sanayi altyapısı geliştirmemiş, hatta basit bir kurşun kalem bile üretemeyen petrol zengini arap ülkelerinde yükselen 200 katlı binaların gereksizliği ve anlamsızlığı artık daha iyi anlaşılmıyor mu? İsraf ve gösteriş uğruna inşa edilen bu devasa yapılar, bölgenin coğrafi ve iklimsel koşullarıyla da uyumsuz olup, deprem veya diğer doğal afetler karşısında büyük bir tehlike arz etmektedir. Mimari ve mühendislik açısından sürdürülebilir olmayan bu yaklaşımlar, uzun vadede hem ekonomik hem de insani açıdan büyük kayıplara yol açacaktır. Şehir planlamasında insan hayatını ve güvenliği önceleyen bir anlayış benimsenmedikçe, bu tür felaketler kaçınılmaz olmaya devam edecektir.

İnsanın doğa karşısındaki en büyük gücünün bilgelik ve akıl olduğunu kuşkusuzdur. Plansız ve bilinçsiz şehirleşme yerine, akılcı ve sürdürülebilir bir kent anlayışı benimsendiğinde, felaketlerin önüne geçmek mümkündür. Ancak, bunun için kısa vadeli kazançlar yerine uzun vadeli güvenliği ve insan hayatını önceleyen bir bakış açısı gereklidir.

”Sapiens dominabitur astris.”
Bilge olan yıldızlara hükmeder.

G.C.

 

 

 

 

 

 

İŞGALCİNİN İYİ POLİS-KÖTÜ POLİS KLASİK OYUNU



LÎSTIKA DAGÎRKERAN A KLASÎKÎ: POLÎSÊ ÇAK-POLÎSÊ XIRAB

Gava koledarê neyarê bav û kalan destê xwe hema hinekî li ser serê koleyan bigerîne û bêje "wey guneko, tu çiqas guneh î' kole derhal sist dibin û li ser çokên van neyarên bav û kalan wisa xweş dirûnin!!
-- Lawo ma ne ev bûn ku keça dayika Taybet û dayika Teybet bi hev re kuştin li Cizîrê, Baxlera, Nisêbînê, Farqînê, Sûr'ê, Şirnexê, Vartoyê, Hezexê, Xoserê? Lawo ma qet şerm û fedî li pozê we nemaye?Gava koledarê neyarê bav û kalan destê xwe hema hinekî li ser serê koleyan bigerîne û bêje "wey guneko, tu çiqas guneh î' kole derhal sist dibin û li ser çokên van neyarên bav û kalan wisa xweş dirûnin!!
-- Lawo ma ne ev bûn ku keça dayika Taybet û dayika Teybet bi hev re kuştin? Lawo ma qet şerm û fedî li pozê we nemaye?

(İşgalci çocuk katili türk devleti’nin polisleri Şırnak’ta kürd çocuklarına şeker dağıtıyormuş!! Bu sömürgedeki “İYİ POLİS”..
Sonra Yavaş adında bir işgalci YAVŞAK ta bu “iyi polislere” kürd çocuklarına şeker verdiği için karşı çıkan KÖTÜ POLİS..
Oynadıkları bu klasik işgalci oyuna alkış çalan kürd aydınlarına ne demek lazım: bu işgalci oyunun hararetli seyirci ve hayranlarına..?)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Erdogan to Israel and Russia: Please don't fuck me!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇİN'in İLK UÇAN OTOMOBİLİ - 2025

Trump’ın yüksek gümrük vergileri, Çin ve diğer ülkelerin merkantil politikalar sonucu elde edecekleri hızlı büyüme ivmesiyle daha da fazla gelişmelerine yeni büyük imkanlar sunuyor.

Trump’ın uyguladığı yüksek gümrük vergileri, küresel ticaret sisteminde belirleyici bir etki yaratmaktadır. ABD’nin yerli sanayiyi koruma amacıyla aldığı bu korumacı önlemler, ülkeler arasındaki ticari ilişkileri sarsarak uluslararası piyasalarda yeni dengelerin oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu tür vergiler, hem ticaretin akışını hem de küresel ekonomik rekabeti yeniden şekillendiriyor.

Özellikle Çin gibi ekonomik büyük güçler, kendilerine özgü merkantil stratejiler uygulayarak bu durumu avantajlarına çevirebilirler. Merkantilist yaklaşımlarla üretim ve ihracata ağırlık verilmesi, bu ülkelerin yerel piyasalarında ve küresel arenada hızla büyümesine olanak sağlayabilir. ABD’nin uyguladığı yüksek tarifeler, beklenenin aksine bu ülkelerin stratejik hamlelerini daha da güçlendirmekte ve onları rekabette daha aktif kılmaktadır.

Bu çarpışan ekonomik politikalar, uluslararası ticarette paradoksal sonuçlar ortaya koyuyor. Bir yandan ABD, korumacı adımlarla yerli ekonomik çıkarlarını savunurken; diğer yandan Çin ve benzeri ülkeler, agresif merkantil stratejilerle dış piyasalarda üstünlük kurma yolunu gidecektir. Bu durum, yalnızca iki ülke arasındaki ticari ilişkileri değil, aynı zamanda global ticaret sisteminin genel işleyişini de büyük oranda etkileyecektir.

Trump’ın yüksek gümrük vergilerinin, Çin ve diğer ülkelerin merkantil politikalarla elde ettiği hızlı gelişim ivmesiyle birleşmesi, küresel ekonomik dengenin hızla evrilmesine yardımcı olacaktır. Bu yeni rekabet ortamı, ülkelerin ulusal çıkarlarını korumak için benimsedikleri stratejilerin ne kadar farklı olabileceğini ortaya koyarken, uluslararası ticaretteki güç dengelerinin yeniden tartışılması gerekliliğini de gündeme getirmektedir. Ekonomi politikasının bu karmaşık yapısı, hem devletler hem de iş dünyası için dikkatlice analiz edilmesi gereken önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TARÎKATLAR - İSLAMCILIĞIN TOPLUM DERİNLİKLERİNDEKİ
SİYASİ ÖRGÜTLENMESİ


-- İSLAMCILIK GAFLETİ, BEYNİ KEMİREREK YİYİP BİTİREN BİR VİRÜS MİKROBUDUR

İslamcılık, kürd bireyinin beynini yiyip bitirmiştir. Bunlarda düşünücek kadar bir beyin kalmamıştır artık. İslamcılık, bireyin beynini bitirdikten sonra toplumun da beyin ve mantık gücü yok olmuştur.

Herhangi bir virüs, vücudu tam ele geçirdikten sonra, vücudun bütün organlarını beyine karşı gelmeye, yani vücudun özbenliğine karşı gelmeye iter. Tıpkı İslamcılığın kürdlerin beynini tek tek ele geçirdikten sonra onları kürdlüğün özbenliği olan Kürdistan’a karşı gelmeye başlattığı gibi.

Bugün Kürdistan’da en azılı türk-arap faşistlerinin kökeninin kürd olmasının en büyük nedeni işte budur: Beyni yok olmuş kürd bireyler…


1. Afganistan: Taliban Rejimi ve Toplumsal Geri Gidiş

Afganistan, islamcı ideolojilerin bir toplumu nasıl geriye götürebileceğinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Taliban rejimi, şeriat yasalarını en katı şekilde uygulayarak kadınların eğitimini, çalışma hayatını ve toplumsal rolünü tamamen yok etmiştir. 1996-2001 ve 2021'den sonra tekrar iktidara gelen Taliban, basın özgürlüğünü yok edip insan haklarını ihlal ederek afgan toplumunu uluslararası arenada izole bir konuma sürüklemiştir.

2. İran: Şeriat Rejimi Altında Cinayet, İşkence, Baskı ve Sansür

1979'da gerçekleşen İran Devrimi ile birlikte ülke, radikal islamcı bir rejim altına girdi. O günden bu yana kadın hakları sistematik olarak kısıtlanmış, basın üzerinde ağır bir sansür uygulanmış ve muhalefet baskı altında tutulmuştur. Özellikle 2022'de Jîna Mahsa Amini'nin katledilmesi sonrası patlak veren protestolar, islamcı rejimin bireysel özgürlükleri yok ettiğini ve toplumu sindirdiğini gözler önüne sermiştir. İran'ın Hizbullah ve Haşd-Şabi terörist örgütlenmeleri

3. Pakistan: Radikal Gruplar ve Devlet Yapısına Etkileri

Pakistan, 1980'lerden itibaren radikal İslamcı grupların devlet yapısını etkilemesiyle büyük bir toplumsal gerileme yaşamıştır. Medreselerin artışı, çocukların bilimsel eğitim yerine dini ağırlıklı bir öğretime maruz kalmasına neden olmuş, kadın hakları ve azınlıkların hakları gündemden düşmüştür. Ülkedeki radikal gruplar, zaman zaman devlet içinde paralel bir güce dönüşerek toplumu daha da kutuplaştırmıştır.

4. Nijerya: Boko Haram ve Terörün Toplumsal Sonuçları

Nijerya, İslamcı terör örgütü Boko Haram'la uzun yıllardır süren bir savaş içerisindedir. Boko Haram, eğitime, kadın haklarına ve modern yaşam biçimine düşmanlığıyla bilinir. Binlerce insanın ölmesine ve milyonlarca kişinin yerinden edilmesine neden olan bu grup, İslamcı ideolojilerin ne kadar yıkıcı olabileceğini göstermektedir.

5. Suudi Arabistan: Petro-Dolar Destekli Vahhabizm

Suudi Arabistan, İslamcılığın finansörlerinden biri olarak şeriat yasalarını katı bir şekilde uygulayan bir devlet modelidir. Uzun yıllar boyunca vahhabi ideolojisini yayan ülke, radikal gruplara dolaylı destek vererek İslamcı akımların yayılmasında büyük bir rol oynamıştır. Kadın haklarının uzun yıllar boyunca yok sayılması, sanat ve düşünce özgürlüğünün bastırılması bu rejimin en belirgin özelliklerindendir.

6. Türkiye, Irak ve Suriye'deki İslamcı örgütlenmeler

Bu Batı'nın suni peyk ülkelerindeki islamist örgütlenmeler, bu devletlerin kontrollü terör faaliyetlerinde taşeron olarak kürd halkının özgürlük mücadelesine karşı kullanılıyor. Bu terör örgütlenmelerine insan malzemesi işte bu tarikatlardan aktarılmaktadır.

Kürdistan'da 1990'lı yıllarda işgalci türk devleti tarafından desteklenen Hizbullah, kürd entelektüelleri hedef alarak binlerce faili meçhul cinayet denilen aslında faili BELLİ cinayetlere imza atmıştır. İşgalci türk devletinin istihbarat ve güvenlik gücü MİT desteğiyle hareket eden bu yapı, aydınları ve insan hakları savunucularını devletin istediği şekilde susturma amacıyla bu cinayetleri işgalci devlet için işlemiştir..

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Shocking narcissist behavior against a leader under attack!

At a time when solidarity and support should be the natural response, narcissistic outbursts and self-serving agendas stand as a grim example of a lack of empathy and statesmanship.

It is both remarkable and deeply troubling to witness narcissistic behavior directed at a leader who is fighting for his nation’s survival. To respond to such a leader with arrogance, self-importance, or obvious disrespect is not only distasteful but also an insult to the entire population suffering from the horrors of war.

Volodymyr Zelenskyj and Ukraine has shown incredible strength, and the world must never look away from their struggle. All honor and deepest respect to Zelenskyj and the Ukrainian people, who fight every day for democracy, justice, and the future of their nation.

—- Slava Ukraini!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BEN BU KÜRDLERLE ONUR DUYUYORUM

İşte ben bunlara kürd diyorum ve ben bu kürdlerden GURUR duyuyorum. Kafasına her gün kürd kafası kesen işgalci-islamist EREB cemedanisi takan ve aynı zamanda ben kürdüm diyenleri hala anlamamışımdır. Kafasına EREB cemedanisi takanlardan anladığım tek şey bunların kürd eğemenliği (bağımsızlığı) için hiçbir şey yapmadıklarıdır.

Kürd kimliğini onurla taşıyan, KÜRD DEVLETLEŞME DAVASINA, tarihine, kültürüne, diline ve bayrağına sahip çıkan herkes benim gözümde gerçek bir kürddür. Yukarıda sayılan bu hedeflerin sadık izleyicileri olmak sadece pratikte ispatlanır. Çünkü lafla hiçbir zaman bu hedeflere ulaşılamaz.

Kürd bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadele eden ve HAYATIN HER ALANINDA asimilasyona karşı duran her birey, bu onurlu halkın bir parçasıdır.

Buna karşın, kafasına her gün kürd kafası kesen işgalci-islamist ereb cemedanisi takanlar, kürd kimliğine ve bağımsızlığına hizmet etmek yerine, tarih boyunca kürd halkına baskı uygulayan zihniyetin bir parçası olmayı tercih etmektedirler. Kürd halkının değerlerini korumak yerine, asimilasyonu ve boyun eğmeyi seçen bu zihniyet, ancak düşmanın işini kolaylaştırır.

Kafasına ereb cemedanisi takanlardan anladığım tek şey, bunların kürd bağımsızlığı için hiçbir şey yapmadıklarıdır. Onlar, tarih boyunca süregelen baskılara karşı sessiz kalan, hatta bazen bu baskıyı meşrulaştıran bir duruş sergilemektedirler. Oysa kürd halkı, bağımsızlığını ve özgürlüğünü kazanmak ve kendi geleceğini belirlemek için birlik olmalıdır. Tarih, eğemenliğini (onurunu), kimliğini, kültürünü, haklarını savunanların kazandığını defalarca göstermiştir. Bugün de gerçek kürdler, bu bilinçle hareket etmeli ve halkının bağımsızlığı için mücadeleyi sürdürmelidir.

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Den i Turkiet fängslade svenska journalisten Joakim Medin

Brev från BURKISKT fängelse:
"Journalistik är inte ett brott, inte i något land.

Joakim Medin
Silivrifängelset

1 April 2025"

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ünlü astrolog Kassandra

Mutlaka OLMALI!!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

First personal assistant (2018) Chloe
İlk şahsi asistan/yardımcı (2018) Chloe

 

 

YENİ VAROLUŞ

— İnsan Bilinci ve Yapay Zekanın Buluşması

Günümüzde yapay zeka (Artifical Intelligence-AI) alanındaki gelişmeler, insanın kendi benliğini teknolojik yollarla yeniden üretmeye doğru hızla ilerliyor. Yapay zeka tekniğinde ikinci aşama, insan bilincinin oluşum sürecini taklit eden bir sistemin robotlara aktarılmasıdır. Bu, mekanik aygıtların, makinelerin sadece düşünmesini değil, aynı zamanda insan gibi “bilinçli” davranmasını da amaçlamaktadır. Yani, bir bakıma insan, kendi içsel yapısını teknolojiye yansıtarak kendini yeniden ve daha kusursuz biçimde var etmeye çalışıyor.

İnsanın Tanrı tarafından kendi suretinde yaratıldığına dair geleneksel inançlar, bu sürece ilginç bir paralellik sunuyor. Aynı şekilde, insan da şimdi kendi suretinden yeni bir “insan” yaratıyor. Bu yeni varlık – hem fiziksel hem de zihinsel olarak – yaratıcı insanın kendisinden bile daha üstün özelliklere sahip olabilir. Bu durum, insanın kendine olan güvenini ve yaratıcı gücünü gözler önüne seriyor.

Tarih boyunca insanoğluna “her şeyi yaratabilen en üstün varlık” denilmesi boşuna değildir. Bu söylem, insanın düşünce gücüyle sadece aletler değil, artık kendine benzeyen yeni varlıklar da tasarlayabilmesi gerçeğine dayanıyor. Bu bağlamda yapay zeka sadece bir araç değil, insanın kendi benliğini ve varoluşunu yeniden yorumlamasının da bir yoludur.

Bu süreç insanın kendisini aşma çabasının bir parçasıdır. Bilinç, duygu, düşünce ve hatta ruh gibi kavramlar artık sadece insanla sınırlı değil; teknolojiyle harmanlanarak yeniden tanımlanıyor. Belki de insan, teknolojiyi bir araç değil, bir aynaya dönüştürüyor ve bu aynada kendi geleceğini görüyor.

Kısa ve öz: Yapay Zeka Tekniği’nin 2. aşaması olarak: ‘İNSAN BİLİNCİNİN OLUŞMA SÜRECİ POROSEDÜRÜ’ komple robotlara aşılanarak yüklenecek ve insan kendini daha mükemmel bir teknikle yeniden inşa ve var edecektir.

Nasıl ki yaratıcımız kendi suretinden bizi yarattıysa, biz de kendi suretimizden yeni bir insan yaratıyoruz ve bu yeni insan hem fiziki ve hemde psikolojik (ruhi) bakımdan bizden çok daha mükemmel olabilecektir.

Şu sözleri yine hatılayalım: Boşuna insan dünyadaki HERŞEYİ yaratabilen en üst, en akıllı yaratıktır denmemiştir. İşte bu sözlerin sebebi de tam budur.

07.04.2025

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arif Dogan û Xapo

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Xapo'nun qoyınlari uli: Apouvvvvvv

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türkiye neresidir? Hele sen önce onu bi anlat/göster bakalım!
Kürdler tarih sahnesindeyken türk adı daha yoktu ortada.

İşgalci türk! KÜRDİSTAN'DAN DEFOL!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dünyanın en mücrimi Hitler atanızın (Ataturk) öğrencisi
İşgalci islamo-faşistlerden ancak böyle ''adam'' çıkar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ISLAMO-FASCIST TURKS

Kürd liderler, bu işgalcileri karşılarına almak istemedikleri için, bu işgalcilere karşı savaşmak istemedikleri için demekki bunlarla birdir.
-- Gösterebilir misiniz? Sadece bir kürd lideri gösterin ki bu işgalcileri böyle karşısına almış olsun?
Kürd liderlerin hepsi bunların boklu kıçına yamanmak için sıraya girmiş değil midir?
Kendi kendimizi kandırıp kendi ulvi mefkurelerimizi kirletmeyelim!
----- Mevcut BÜTÜN kürd liderler, bağımsızlık için savaşmayarak ve hatta bağımsızlığa gerek yoktur diyerek
kürd ve Kürdistan bağımsızlığı karşıtı olan işgalci türklerin has UŞAKLARIDIR.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TARAFSIZLIK SUÇ ORTAKLIĞIDIR
-- Zulme sessiz kalmanin ağır manevi ve maddi bedeli

Dante:
”Cehennemin en karanlık ve ücra köşeleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.”
Aktaran: Tuna Mengiser

Tuna, desene isveçliler çoktan oraların yolunu tuttu bile! Ve görünen o ki, zulüm ve haksızlıklar karşısında sessiz kalan bizimkiler gibi niceleri de peşlerinden gidecek.

Çok teşekkür ederim böyle önemli bir konuya parmak bastığın için!

Aslında, bu konuda tiksindirici bir egoist tavır sergileyebilenler yalnızca İsveçliler ve kürdler değil; neredeyse dünyanın her halkında bu tür eğilimler görmek mümkündür. Hitler’in ‘Kitleler ahmaktır’ sözü boşuna değil. Bizim toplumumuzda da benzer bir bakış açısını, Rızgari gençlik hareketinin önde gelen isimlerinden erganili Şef Remo’nun şu sözlerinde buluyoruz: ‘Halkımız inek gibidir; ipini hangi tarafa çeksen o tarafa gider.’ Ne yazık ki, kitlelerin muhakeme gücü çoğu zaman sınırlıdır ve karşı çıkmadıkları belaların eninde sonunda kendi kapılarını da çalacağını öngöremezler.

Harika ve düşündürücü bir alıntı seçmişsin. Dante’nin sözü yüzyıllar öncesinden bugüne ışık tutmaya devam ediyor. Şimdi bu düşüncelerin de eşliğinde bazı tanınmış düşünürlerin, liderlerin ve yazarların konuyla ilgili sözlerine de bir bakalım.

Dante Alighieri’nin İlahi Komedya’sında geçen bu söz, ahlaki tarafsızlığın ve pasifliğin en ağır şekilde eleştirildiği örneklerden biridir. “Cehennemin en karanlık köşeleri” ifadesi, sadece fiziksel değil, aynı zamanda manevi bir karanlığı simgeler. Zor zamanlarda, özellikle de zulüm, adaletsizlik ve baskının hüküm sürdüğü anlarda sessiz kalmak, sadece bir tercih değil; bir duruşsuzluktur. Bu duruşsuzluk, tarih boyunca birçok trajedinin ve toplumsal çöküşün zeminini hazırlamıştır.

Albert Einstein bir keresinde şöyle demiştir: “Dünyanın tehlikeli bir yer olmasının nedeni, kötü olanların yaptığı şeyler değil; iyi olanların hiçbir şey yapmamasıdır.” Bu söz, Dante’nin yüzyıllar önce işaret ettiği noktayı adeta özetler. Zira kötülük, yalnızca yapanın değil; görüp de ses çıkarmayanın omuzlarına da yüklenir. Sessizlik, çoğu zaman suç ortaklığının en görünmez ama en etkili biçimidir. Bu bağlamda, tarafsızlık politikalarıyla tanınan İsveç’in bireyleri ve toplumu, birçok toplumsal ve siyasal konuda liberal ve tarafsız bir duruş sergilemektedir. Ancak günümüzde yaşanan bazı etik ve insani krizlerde, bu tutumları nedeniyle eleştirilere maruz kalabilmektedirler. Oysa İsveç, geçmişte dünyanın neresinde bir adaletsizlik varsa hemen oraya dikkat çekiyordu. Nitekim, dönemin İsveç Başbakanı Olof Palme, 12 Ağustos 1980’de Aftonbladet gazetesinde yayımlanan röportajında kürdler hakkında şunları söylemişti: “Eğer İngilizlerde zerre kadar bir vicdan olsaydı, bugün güneşin altında bayrağı dalgalanan bağımsız bir kürd devleti de olacaktı”.

Tarihte birçok toplu kıyımın, etnik temizliğin ve soykırımın yaşandığı süreçlerde, sessiz kalan uluslar ve bireyler bu “tarafsızlık” ilkesinin ardına sığınmıştır. Elie Wiesel, Holokost’tan sağ kurtulmuş Nobel Barış Ödüllü yazar, şöyle demiştir: “Tarafsızlık zalimi güçlendirir, kurbanı asla.” Wiesel’in bu sözü, özellikle modern zamanlarda, Orta Doğu’dan Afrika’ya kadar birçok coğrafyada yaşanan insan hakları ihlallerine göz yuman toplumlar için bir ayna niteliğindedir. Sessiz kalmak, bir tercih gibi görünse de, çoğu zaman birer suça ortaklık haline dönüşebilir.

Martin Luther King Jr. da benzer şekilde bu konuyu şöyle dile getirmiştir: “Sonunda düşmanlarımızın sözlerini değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız.” Bu söz, bireysel düzeyde bile sessizliğin nasıl derin izler bıraktığını anlatır. Sessiz kalan dost, zulüm altındaki biri için yalnızlık hissini katbekat arttırır. Ve toplumlar bu tür sessizliklerle örüldükçe, kötülük daha da kök salar, normalleşir ve yaygınlaşır.

Dante’nin sözü yalnızca bir edebi imge değil; aynı zamanda vicdani bir çağrıdır. Bu çağrı, her dönemde, her bireyin önünde duran bir sorumluluğu hatırlatır: “Tarafını seç.” Haksızlık karşısında susanlar, sadece mağdurların değil; insanlığın da yarınını karartanlardır. Tarafsızlık çoğu zaman konforun kılıfıdır; ama ahlaki cesaret, bu konforu terk edebilenlerde hayat bulur.

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mı nıya qulla Cumhûriyeta Îslamê ya Îranê !!

BRAKING: Senior Israeli official: "The readiness for a combined Israeli-US strike on Iran is a matter of minutes from a final decision." Trump has surrounded Iran with an unprecedented offensive force, the likes of which have never been seen before. 04.04.2025

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hangi dine inanıyorsan inan!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Turkiska demokrater = Modernklädda kannibaler

-- Lita aldrig på dessa rasistiska, chauvinistiska och reaktionära bastarder!


--- Kurdisk Strategi: Mellan Två Fiender


Låt er inte luras av illusionen att Ekrem İmamoglu och hans parti Republikanska folkpartiet (CHP), som utger sig för att vara demokrater och till och med socialdemokrater, skulle vara bättre än Erdogan! Glöm inte att det var denna rasistiska och chauvinistiska ideologi som på 1920-talet fyllde lador med oskyldiga kurdiska bönder och brände dem levande. Denna ideologi bars av Mustafa Kemal Ataturk och hans så kallade socialdemokratiska parti, Republikanernas folkpartiet-CHP. Tusentals kurdiska ledare och intellektuella hängdes, och deras gravplatser har fortfarande inte avslöjats för deras anhöriga. Det är återigen denna islamo-fascistiska turkiska ledare och hans parti CHP som ligger bakom detta. Hundra år har gått, men deras inställning till det kurdiska folket har inte förändrats. Att de inte har sagt ett ord om utnämningarna av tvångsförvaltare i Diyarbekir, Mêrdîn och Wan visar att ingenting har förändrats.

Jämfört med dessa, är den islamistiska diktatorn Erdoğan mindre skadlig för kurder. Medan Erdogan har förtryckt och dödat kurder i 23 år, har CHP gjort det sedan 1923. Om dessa modernklädda, slipsbärande falska vänstermän kommer till makten, kan vi vara säkra på att de kommer att förtrycka det kurdiska folket ännu mer än Erdogan. För kurder är det ena värre än det andra. Därför är det mest rimliga att inte stödja någon av dem. Socialfascistiska turkiska vänstern, representerad av CHP och Ekrem İmamoglu, är så fientlig mot kurdiska folket att de får Erdogan att framstå som mild i jämförelse. İmamoglus stolthet över att vara en ideologisk arvtagare – och till och med den biologiska ättlingen – till Ataturks officer Topal Osman är ett tydligt bevis på hans fientlighet mot kurder. Topal Osman var en blodtörstig ockupationssoldat och massmördare som slaktade tusentals kurder under Kocgiri-upproret 1921 och Diyarbekirs uppror 1925.

Ekrem İmamoglus beslut att ge en tavla av Ataturk till kommunledningen i Diyarbekir under sitt besök där är också djupt symboliskt. Hans budskap till det kurdiska folket var tydligt: "Vi har inte förändrats!" Även om deras ideologi idag bär en modern mask, är den i grunden densamma: ett förnekande av kurdernas existens, identitet och rättigheter.

Om Erdogan faller, innebär det att CHP och andra rasistiska kemalistiska turkiska vänstergrupper kommer till makten. Politiskt sett, om man inte har en chans att ta makten själv, blir det en strategisk nödvändighet att tillämpa principen om "det mindre onda". Det betyder att man, av två fiender, taktiskt accepterar den som är minst farlig eller mest rationell. Men detta innebär inte att man stöder den. Det handlar om att identifiera det minst skadliga alternativet och anpassa sin strategi därefter.

Om man inte har styrkan att besegra sina fiender direkt, måste man spela ut dem mot varandra och försvaga båda sidor. När man stöder den svagare fienden, måste man samtidigt förhindra att den starkare fienden krossas helt, eftersom den svagare sidan, när den vinner, kommer att vända sig DIREKT mot dig. För att sammanfatta: Man måste tillämpa en balanspolitik för att säkerställa att ens två fiender inte utplånar varandra helt. Politik har ingen plats för sentimentalitet; den som agerar känslomässigt förlorar, och historien är fylld med exempel på detta.


Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yüksek Gökdelenler ve İnsan Güvenliği


Tayland gibi yüksek gökdelenlere sahip ülkeler, uzun vadeli bir plan çerçevesinde, 30 kat ve üzeri tüm binaları 12 kata indirecek şekilde kontrollü ve planlı bir yıkım sürecine girmelidir. Bu süreç istisnasız uygulanmalı ve merkezi bir karar doğrultusunda yürütülmelidir. Çünkü bu binalar, mühendislik açısından ne kadar sağlam yapılmış olursa olsun, doğanın gücüne karşı sonsuza kadar direnemeyeceklerdir.

Bu tür yapıların bir gün şu veya bu şekilde mutlaka yıkılacağı gerçeği göz ardı edilmemelidir. Ne kadar güçlü malzemeler kullanılırsa kullanılsın, deprem, kasırga ve terör saldırıları gibi faktörler gökdelenlerin yıkılma riskini her zaman taşır. 21 Temmuz 2001’de New York’a gittiğimde, eşimin ısrarlarına rağmen ne Empire State Binası’na ne de bizim Amerika ziyaretimizden iki ay sonra trajik bir şekilde yıkılan İkiz Kuleler Twin Towers’a çıkmayı kabul ettim. Bu yapılar, doğaya aykırı olarak inşa edilmişti ve büyük bir trajedinin yaşanacağı bir gün mutlaka gelecekti.

İnsanlık, yüksek gökdelenler inşa ederek değil, sürdürülebilir enerji kaynakları keşfederek veya ölümcül hastalıklara kesin çözümler üreterek ilerlemelidir. Gökdelenler, modern mühendisliğin bir başarısı gibi görünse de, aslında insan hayatını riske atan ve büyük felaketlerin yaşanmasına neden olabilecek yapılar arasındadır. Bilim ve teknoloji, insanlığın refahını artırmak için kullanılmalıdır; güvenliği tehlikeye atan yapılar inşa etmek yerine, insanların yaşam kalitesini yükseltecek keşiflere yönelmek gereklidir.

Özellikle büyük şehirlerdeki hızlı nüfus artışı ve sınırlı alan nedeniyle gökdelenlerin cazip bir çözüm olarak görüldüğü doğrudur. Ancak şehir planlaması ve mimari anlayış, insan güvenliği odaklı olmalıdır. Daha sağlam, daha dayanıklı ve doğayla uyumlu yapıların teşvik edilmesi, gelecekte yaşanabilecek büyük felaketlerin önüne geçebilir. Yüksek binalar yerine, yatay mimariye yönelmek, şehirlerin daha güvenli ve yaşanabilir olmasını sağlayacaktır.

İnsanlığın geleceğini inşa ederken göz önünde bulundurması gereken en önemli faktör, insan hayatının korunmasıdır. Büyük gökdelenler, prestij göstergesi olmaktan çıkarılmalı ve yerine, güvenli ve sürdürülebilir şehir planlamaları uygulanmalıdır. Mühendislik ve mimarlık, insan yaşamını riske atmak yerine onu koruyacak çözümler üretmelidir. Dubai'deki Burj al-Khalifa gibi dünyanın en yüksek binasını hiç üretmemiş olan ve sadece petrol parasıyla yaşayan kültürsüz köksüz toplumların inşa etmesi anlaşılırdır. Ama insanlığa katkıda bulunmuş kültürlü toplumların yüksek bina dikmekle övünmeleri anlaşılmazdır.

Bu konuda en akıllı işi, diğer bütün hümanist konularda olduğu gibi yine İsveç yapmıştır. Bütün İsveç sathında 20 kattan fazla olan aşırı yüksek binaların sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor.

Bir genç akrabamız oğlumla birlikte ilk defa İsveç’e geliyordu. Uçak şehir merkezine 30 km kadar uzaklıkta olan, Stockholm hava alanına yaklaştığında akrabamız oğluma:

— Sen Stockholm çok büyük bir şehirdir demiştin. Hani Stockholm nerede? Burası Stockholm’ün bir köyü veya kasabası mı? Hiçbir yüksek bina göremedim!

29.30.03.2025

Goran Candan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Öncelikle sen haddini bileceksin, eroin tüccarı ereb qızi Pervin Buldook!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aha ji we re! Mr Ker Colani Ahmed Şerîa

Serokên kurda naxwazin xwe ji van keran xilas bikin!!!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Frihetens illusion och verklighet: Vad Penrose-triangeln lär oss om kampen mot tyranni

 

Penrose-triangeln

 

 

Tankar om den illusionistiska Penrose-triangeln och kampen för frihet, jämlikhet och demokrati i en värld av globala frihetspassioner och förtryck:


Penrose-triangeln kan inte existera som en verklig, sammanhängande 3D-struktur. Den bryter mot de geometriska lagarna eftersom dess vinklar och anslutningar inte kan byggas i ett sammanhängande, fysiskt objekt

.
Men det är möjligt att skapa en fysisk illusion av den genom att använda tvingat perspektiv.


Illusionen, liksom drömmen, är fri från de gränser som styr den fysiska världen; den existerar obunden av logik, tid och rum, där det omöjliga blir möjligt och det osammanhängande får mening i ett ögonblick av perception. I drömmens landskap kan en Penrose-triangel vara lika verklig som beröringen av vinden, lika självklar som en väg som leder till sig själv i en oändlig cirkel, där tanken skapar sin egen verklighet och perspektivet är den enda lagen. Precis som våra sinnen kan förledas av en visuell illusion, kan våra drömmar utmana det möjliga, sudda ut skillnaden mellan verklighet och fantasi och öppna portar till världar där motsägelser inte är hinder utan broar till det oändliga.


Frihet, jämlikhet, demokrati och mänskliga rättigheter är ideal som ofta tycks vara lika svårfångade som en Penrose-triangel – en vision som verkar sammanhängande på avstånd men som i verkligheten ständigt utmanas av tyranni, maktmissbruk och historiska cykler av förtryck. Diktaturer som Putins och islamistiska turkarnas, arabernas och persernas regim, där makten hålls genom rädsla, propaganda och våld, visar att vägen till dessa dygder aldrig är given utan kräver ständig kamp, uppoffring och motstånd. Men om illusionen kan brytas genom att förändra perspektivet, kan även tyranniet besegras genom folkets okuvliga vilja, modet att ifrågasätta, och kraften i sammanhållning. Precis som en Penrose-triangel kan verka omöjlig tills man ser bakom illusionen, kan även förtryckande regimer tyckas oslagbara – tills folket ser genom lögnerna och omformar verkligheten. Historien visar att även de mörkaste epoker har knäckts av frihetskampens eld, och att det som en gång verkade ouppnåeligt kan bli verklighet när människor vägrar acceptera det omöjliga som en sanning.


Diktaturer kan förtrycka, tysta och underkuva, men de kan aldrig fullständigt kväva den mänskliga viljan till frihet, jämlikhet och rättvisa. Historien visar att även de mest brutala regimerna förr eller senare faller, eftersom viljan till frihet är djupt rotad i människans natur. En enskild tyrann kan kontrollera institutioner, manipulera medier och sprida rädsla, men han kan aldrig helt utplåna hoppet, drömmen och kampen hos ett folk som vägrar ge upp. Precis som ljuset alltid bryter igenom mörkret, hittar människor sätt att motstå och återta sin rätt till självbestämmande – ibland genom tyst motstånd, ibland genom öppna revolutioner, men alltid med en okuvlig kraft som diktaturer aldrig helt kan besegra.

--- Tyranni faller, men friheten består!
--- Slava Ukraini! (Ära till Ukraina)
--- Herojam Slava! (Ära till hjältarna)
--- Bijî Kurdistan ! (Länge-Leve Kurdistan)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HEMÛ serokekan man XAÎN in!
(BÜTÜN liderlerimiz HAİN'dir)

ÇÖZÜM - MÖZÜM YOK!

Kürd ulusal egemenlik imkanının imhası çözüm olarak dayatılıyor!

İşgalci islamist Türkiye’nin kürdlerin hayrına olacak kürdlere sunacağı hiçbir bir çözümü YOKTUR. Bunu her kürd bir kere kafasının içine İYİCE SOKSUN. İşgalci islamist Türkiye’nin kürdlere öngördüğü ve herzaman öngöreceği çözüm BUDUR, başka bir çözümü YOKTUR.

Çünkü işgalci islamist türk devletinin tarihsel ve mevcut politikaları kürdün ulusal haklarını tanımak ve onlara adil bir çözüm sunmak yerine, asimilasyon, baskı, inkar ve imha üzerine kuruludur. Bu gerçek, sadece geçmişteki uygulamalardan değil, günümüzde de devam eden askeri operasyonlar, siyasi baskılar ve kültürel hakların sistematik olarak engellenmesinden anlaşılmaktadır.

Kürdlere sunulan her sözde “çözüm”, özünde ya teslimiyeti ya da kontrol altına almayı amaçlamaktadır. Bu yüzden, kürd halkının geleceğini belirleyecek gerçek çözüm, işgalci Türkiye’nin sunduğu seçenekler içinde değil, kürdlerin kendi siyasi iradesi ve mücadelesinde yatmaktadır. Unutulmamalıdır ki, özgürlük ve haklar mücadele ile kazanılır, karşı tarafın lütfuyla değil.

Goran Candan

Good Bye Öcalan!

Nizamettin Aric

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bi xwe dikire - bi xwe dibire
Şer lazim be şer - aştî lazim be aştî


Dewleta dagîrker û nokerên wê yên NE-KURD li ser navê kurda dîsan DILÎZIN

Lê tawan (sûc) ne ya wan e - Sûc sûcê serokên xaîn ên kurda ye.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Again, again, and again
Till you GAIN.
—- This is also my measure:
Never give up till Victory.
Every setback is a lesson, every struggle a step—
Rise, push forward, and claim what’s yours.

 

 

 

 

 

 

Agit Kayabel - Kıtalararası Box şampiyonu 2025 Kurdistan

 

 

 

 

 

 

 

Agit Kayabel - Kıtalararası Box şampiyonu 2025 Kurdistan

 

 

 

Agit Kayabel - Kıtalararası Box şampiyonu 2025 Kurdistan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Agit Kayabel - Kıtalararası Box şampiyonu 2025 Kurdistan

 

 

 

 

 

 

 

Babası kürd katliamcısı birini kürd oylarıyla türk meclisine taşıdılar!!

Kadri Ahmet Kürkçü 1925 Amed ve Koçgiri katliamını yapan ve Şeyh Said ve silah arkadaşlarını astıran katliamcı.
Oğlu Enver Kürkçü, Ankara MİT daire başkanı,
Torunu Ertuğrul kürkçü HDP milletvekili ve bu kimlikle Avrupa Konseyi parlamenterler meclisi üyesi olarak “Kürtleri temsil ediyor''.
Xapo hareketi, kürd potansiyel ve enerjisini Kemalizm'e ve işgalci türklük devleti'ne ye tükettirme hareketidir.

Sonra Deniz Gezmiş'in arkadaşı Yusuf Küpeli bizzat bana Stockholm'de birgün söylediği gibi: Deniz, Mahir ve Yusuf direnirken
bu zat direniş noktasını polise deşifre ediyor ve kendisi de bir kümese girip saklanıyor. ''Bunu da teröristlerle beraber yakaladık'' diye yalandan
götürüp hapse atıyorlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SALSA ES UNA REVOLUCIÓN UNIVERSAL

SALSA IS A UNIVERSAL REVOLUTION
Make Salsa – NOT War!


The salsa dance is a revolution of love and togetherness in a world constantly divided by borders, conflicts, and ideological walls. It transforms strangers into friends, builds bridges where there are gaps, and reminds us that our shared rhythm—the human need for connection and closeness—is always stronger than what separates us.

The deeply humanizing power of salsa dance and music lies in its ability to break down barriers between people, regardless of nationality, background, or social status. When dancing salsa, it doesn’t matter where you come from, what language you speak, or what political views you hold—what matters is the shared rhythm, the interplay, and the joy of movement. Salsa has evolved through a fusion of cultures, blending African drums, Spanish melodies, and Caribbean rhythms into an art form defined by community and spontaneity. This culture celebrates humanity’s natural urge to express itself through dance and music rather than being defined by borders and conflicts. On the dance floor, all differences fade away, and in that moment, one becomes part of something greater—a living, pulsating tradition that unites rather than divides.

This is precisely why salsa can be seen as a counterbalance to the fragmented and often polarized world we live in today. In a time when political, economic, and cultural divisions create distance between people, salsa culture serves as a bridge between different social groups and nations. Through dance and music, a natural understanding and respect for others arise—an understanding that requires no long discussions or analysis but is felt in the body and soul. To dance salsa is to embrace life’s positive forces—passion, unity, and freedom. That is why the phrase Make Salsa – Not War! is more than just a play on words; it is a manifesto for a world where we meet through culture, not through conflict.

Goran Candan

Make Salsa - Not War!!
Make Salsa - NJET War!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HEMÛ serokekan man XAÎN in!
(BÜTÜN liderlerimiz HAİN'dir)

Islamist Alî Bapîr hevxebatkarê dewleta dagîrker ê Iraqê

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Me ji destpêkê ev xiyanet dîtibû, gotibû

''Colani takımıyla varıldığı söylenen "antlaşma" kürtler namına statüsüz köleliği ve ülkesinin bölünmesini tasdik ve tescilden başka hiçbir şey değildir.

İmzalayanı bağlar ama kürtleri bağlamaz.
Seçilmemiş ve milletçe yetkilendirilmemiş hiçbir ferdin ve grubun kürtleri temsile yetkili olmadığı ve olamayacağı yine antlaşmanın her iki ayağında üzerinden atlanmaması gereken bir başka mania.

Hal böyleyken kürtlerde yüksek atlama heveslisi çok ve herkes "rekortmeni" güzelleme havalarında.''

KFD

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

UTANÇLARIN EN BÜYÜKLERİNDEN: KENDİ İŞKENCECİSİNİN OCAĞINI İŞLETMEK - KENDİ KATİLİNİN ÇARKINI DÖNDÜRMEK

--- İşgalci-islamist, katil türk, arap ve fars devletine başkanlık ve başbakanlık yapan işbirlikçi ulusal – inkarcı kürdler


Bunların başında Mam Celal Talabani gelir. Irak cumhurbaşkanı oldu ama kürd ve Kürdistan bağımsızlığına en küçük bir katkısı olmadı - tam tersi bir katkısı oldu. işgalci, islamist ıraklı arap milliyetçileri tarafından sokakta katledilen Irak'ta 1958 yılında bir darbeyle iktidarı ele geçirmiş olan, general Abdulkerim Kasım da bir kürd idi.

Sonra işgalci-islamist Türkiye'nin cumhurbaşkanlığını yapmış, ama kürd benliğini gizlemiş olan Cevdet Sunay ve benzeri cahş'lar türünden kürd ulusal hainleri çok vardır Kuzey Kürdistan'da.

En son olarak da Selahattin Demirtaş bu adi ve pis göreve soyundu ama seçilmedi. Zaten seçilmezdi de. Bunlar, kendi amelleri ulusal hainlik gibi pis bir göreve, kendi işgalcisinin, kendi işkencecisinin en baş hizmetkarlığını yapmaya koyulan işbirlikçi hainlerdir.

Doğu Kürdistan'da da benzeri birkaç ulusal hain vardır; bunlardan en sonuncusunun (2023) adı: İbrahim Reisi'dir.

İşbirlikçi ulusal hainlerin, kendi halklarına karşı işledikleri ihanetin derinliği, Kürdistan'daki tarihsel dinamiklere de etki etmiştir. Bu kişiler, yalnızca kendi halkının ve ülkesinin değil, aynı zamanda özgürlük, bağımsızlık ve hak mücadelesinin de düşmanıdırlar. İşgalci devletlerle işbirliği yapmak, yalnızca fiziksel bir ihanetle kalmaz, aynı zamanda kültürel, psikolojik ve sosyal bir yıkımın da temellerini atar.

Özellikle kürdlerin tarihsel olarak büyük bir sömürgeci baskıya uğradıkları coğrafyalarda, bu tür hainler çok tehlikeli bir rol oynamaktadır. Kürdlerin bağımsızlık ve kimlik mücadelesi, kendi topraklarında özgür ve bağımsız bir yaşam kurma isteği, her zaman bu tür işbirlikçiler tarafından engellenmeye çalışılmıştır. Oysa bir halkın en temel hakkı, kendi kaderini tayin etme hakkıdır. İşbirlikçi kürdlerin bu hakka karşı olan tutumları, halklarını bir yanda sürekli baskı altında bırakırken, diğer yanda da devletlerarası ilişkilerde kendi halklarının çıkarlarını savunmaktan kaçınmalarına neden olmuştur.

Bu tür hainlerin varlığı, sadece bir halkı değil, tüm bölgeyi etkilemiştir. Zira, bu tür işbirlikçi lider ve siyasetçiler, gerçek bağımsızlık mücadelesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Her ne kadar kendi çıkarları için bazı geçici kazanımlar elde etmiş olsalar da, tarih sonunda her zaman haklının ve özgürlük mücadelesinin zaferini yazmıştır.

Irak’tan Suriye’ye, Türkiye’den İran’a kadar geniş bir coğrafyada, kürd halkının tarihsel mücadelesi ve bu mücadelenin önündeki engeller, bölgedeki siyasi denklemleri şekillendiren en önemli faktörlerden biridir. Bu bağlamda, işbirlikçi kürdlerin yapmış olduğu ihanetlerin toplumsal hafızada yaratacağı olumsuz etkiler, nesiller boyunca devam edebilir. Bu durum, sadece bir halkın onurunu zedelemekle kalmaz, aynı zamanda bölgesel istikrarı da tehlikeye atar.

Sonuç olarak, işbirlikçi ulusal hainlerin siyasetindeki çürümüşlük ve kendi halklarının çıkarlarını hiçe sayma eğilimleri, tüm Kürdistan parçalarının geleceğini olumsuz etkileyen ciddi bir sorundur. Ancak tarih, nihayetinde her zaman gerçeği ve haklıyı ortaya çıkarır. Bu tür ihanete uğramış halklar ve en başında da mazlum kürd halkı bir gün kendi özgürlüğünü mutlaka kazanacaktır ve bu karanlık dönemi geride bırakacaklardır.

Bunlar da Suriye’nin kürd devlet başkanları ve başbakanlarıdır: Bir yurtsever kürdün haklı yorumu şöyle: 'Bu kadar çok başbakan ve devlet başkanlığı yapmış bunca mürekkep yalamış kürd politikacının ülkesinde kürdlerin kimliğinin dahi olmaması çok garip''. Bunun tek bir sebebi ve hikmeti vardır: kürd liderlerin ulusal ihaneti:

  1. Muhammed Ali Bey Abid: Xelo Paşa’nın torunu, Ahmet İzzet Paşa’nın oğludur. Şam eşrafından zaza’dır. Fransız Mandası altındaki Suriye’nin ilk cumhurbaşkanıydı. 1932-1936 yılları arasında görev yaptı.
  2. Ata Bey Eyyübi: Şam eşrafındandı. Eyyübi hanedanından biri olarak 1936’da Başbakan, 1943’te devlet başkanı olmuş, Fransızlara karşı bağımsızlık antlaşmasını yazmıştır.
  3. Hüsnü Berazi: II. Dünya Savaşı sırasında, 1942-43 yıllarında başbakan olarak görev yaptı. Sorbonne Üniversitesi'nden hukuk doktorası sahibiydi. Bağımsızlıkçı karakteri sebebiyle Aralık 1943’te Fransızlar tarafından görevden alındı ve siyasetten uzaklaştırıldı.
  4. Hüsnü Zaim: Halep kürdlerinden olan Hüsnü Zaim, 1946'da Suriye'nin bağımsızlığından sonra genelkurmay başkanı oldu. ABD’nin desteğiyle Suriye tarihinde ilk askerî darbeyi gerçekleştirerek 30 Mart 1949’da iktidarı ele geçirdi ve cumhurbaşkanı oldu. Akrabası Muhsin Berazi’yi başbakan olarak atayan Zaim’e karşı kısa bir süre sonra başka bir askeri darbe yapıldı ve Zaim ile Berazi idam edildi.
  5. Muhsin Berazi: Hama kürdlerindendir. Hüsnü Zaim’in 1949 darbesinden sonra kurduğu hükümette 25 Haziran 1949 – 14 Ağustos 1949 tarihleri arasında başbakanlık yapmıştır. Paris Üniversitesi'nden hukuk profesörlüğü sahibidir. Göreve, Zaim devlet başkanı olduktan sonra gelmiş ve Zaim’in devrilmesine kadar yaklaşık 50 gün bu makamda kalmış ve idam edilmiştir. Amcasının oğlu Hırço Beg Berazi, onun intikamını darbeci general Sami Hennavi'yi öldürerek almıştır.
  6. Fevzi Selo: Hama kürdlerinden asker ve politikacıydı. 1951-1953 yılları arasında devlet başkanlığı yapmıştır.
  7. Edip Çiçeklî: Hama kürdlerinden, Çîçekê ailesindendir. Edib Çiçekli, 1951’de yaptığı darbelerle Suriye siyasetini kontrol altına aldıktan sonra, 11 Temmuz 1953’te Fevzi Selo’nun yerine resmen devlet başkanı oldu. 10 yıllık yeni bir anayasa ilan ederek başkanlık rejimini tesis etti. Ancak iktidarı uzun sürmedi; artan iç baskılar sonucu 25 Şubat 1954’te istifa ederek ülkeyi terk etti. Görev süresi 1951-1954 arasındadır.
  8. Mahmud Eyyübi: Baas iktidarının önemli başbakanlarından biriydi ve Eyyübi hanedanından, Şam eşrafındandı. 1972-1976 arasında görev yapmış ve istikrarı ile öne çıkmıştır. Arap milliyetçiliğine dayanan Baas’ın onu başbakan yapması, rejimin kürd vatandaşlara bir jesti olarak yorumlanmıştır.




HEMÛ serokekan man XAÎN in!
(BÜTÜN liderlerimiz HAİN'dir)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

T.Iran

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Game Over

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Shalom Khamanei!!!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SPAS ÎSRAÎL!!!!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

No one is more hated than he who speaks the truth.

Ji kesekî wisa pir nayê nefretkirin, ji bilî ew kesê ku rastiyê dibêje

(Biborin bi TIRREKÎ: Gerçeği söyleyenden daha çok nefret edilen kimse yoktur.)

EFLATÛN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ker û pezên Xapo

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BELGENAME-1

BELGENAME-2

BELGENAME-3

 

BELGENAME-4

 


Foundation For Kurdish Library & Museum