KUDRET GUNES

Paris'te yaşayan Ergani'li bir kürd regisör, yazar

Home  |  Destpêk  |  Ana Sayfa

 

 

1975

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kudret Gunes & Christopher Girard/ Rojîn Rebelle Kurde

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kudret Güneş: "Dokümenter filmler bir halk için tarihsel belgelerdir."

Leyla ve Mehdi Zana filmlerinin rejisörü Kudret Güneş, "dokümanter filmler bir halk için tarihsel belgelerdir."

 




Röportaj: Seyîdxan Kurij


Seyîdxan Kurij: Çok ciddi işler yapmışsınız ve bunların hemen hemen hepsi Kürtler ile ilgili ama Kürtler arasında o kadar tanınmıyorsunuz? Neden Acaba?

Kudret Güneş: Ben 1982 Eylül ayından beri Fransa’da yaşıyorum, burslu olarak bu ülkeye geldim. Bütün filmlerim Fransa’daki sisteme göre yapıldı. Yani filmlerim için gerekli olan finansmanlar Fransız kurumları tarafından sağlandı. Tamamen buradaki yapımcılarla çalıştım.

Neden Türkiye de tanınmıyorum? Veya tanınmama gazeteciler fırsat vermedi? Çünkü filmlerim, yani yaptığım belgeseller bir politik sistemin buyruğunda yaşayan, devleti olmayan bir halkın sorunlarını ve o sistemin o halk üzerinde uyguladığı yasakları, asimilasyon ve o halkı yok etme politikasını eleştiren filmlerdir.

Bundan dolayı, Türkiye’de filmlerimin gösterileceğini ummadığım için, eserlerimi o ülkedeki televizyonlara veya festivallere teklif etmeyi bile göze almadım. Yalnız 2011 yılında son belgesel filmim “Bedia’nin İzinde” yı Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivalinde gösterildi, sonra ayni filmim İstanbul’ da bir kaç festival tarafından da seyirciye ulaştı.

2004 yılında Fransa‘nın Monpellier` de düzenlenen Akdeniz Uluslararası Film festivali tarafından seçilen en iyi 14 senaryo arasında  “ALEV” adli yazdığım sinema-film projem yer aldı. Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin muhabirleri benimle temasa geçtiler, bu muhabirlerden biri bana söyle bir soru yöneltti : “ Siz Kürt göçmenleriyle ilgili belgeseller yapmışsınız, Leyla ve Mehdi’nin politik hayatlarını anlatmışsınız. Kısacası siz Leyla ve Mehdi’nin görüşlerini paylaşıyor musunuz “.

Benim gazeteciye yanıtım ise şöyle olmuştu : “Ben onlarla ayni fikirde olmazsam, onların politik mücadelesini, insancıl yönlerini nasıl ekrana taşırım? “. Ve bu gazeteciler benimle ilgili bir satır bile yazmadılar...

Oysa ben bir Türk sinemacısı olsaydım veya Leyla ve Mehdi’nın düşüncelerini paylaşmıyorum deseydim, bu Montpellier deki senaryo seçiminden dolayı Türk basını benden ve projemden günlerce bahsedebilirlerdi. Birde ben bu festivale Türkiye’yi temsil eden birinin adıyla katılmıştım.

Şunu da hatırlıyorum, Paris’te Madame Mitterrand “Leyla Zana" filmimle ilgili bir basın toplantısı yapmıştı. Bu toplantı oldukça ilgi görmüştü. O zaman Milliyet gazetesinde bir kaç satırla bir muhabir Madame Mitterrand'ni ve filmimi negatif şekilde eleştiren bir haber yazdı.

 

 

 

 

 



Seyîdxan Kurij: Peki Kürt medyasını neden çalışmalarınızdan söz etmiyor?

Kudret Güneş : Ben hiç bir zaman sanatla politikayı bir birine karıştırmak istemedim. Gerçekleri olduğu gibi yansıtmaya çalıştım.

Özgür Politika, Yeni Gündem, çalışmalarım ile ilgili yazdılar, bir gün zazaca benimle ilgili bir yazıyı metro peronunda bir sıranın üzerine bırakılmış bir dergide buldum. Benimle ilgili sayfa açıktı, birde resmim vardı, resmimden dolayı benden bahsedildiğini anladım.

Benim “Leyla Zana” belgeselim Avrupa’nın hemen hemen bütün festivallerinde gösterildi. Başta Fransa’nin çeşitli şehirleri olmak üzere, İtalya, İngiltere, İsviçre, Belçika, Kanada ve ismini hatırlamadığım daha bir çok ülkeye filmimi tanıtmak için gittim..

Yalnız 2003 yılında “ALEV” adlı senaryom jüri özel ödülünü alınca beni Medya TV de bir programa davet etmişlerdi.

“Leyla Zana” belgeselimi bu belgesel kendi kültürümüzü ve bildiklerimizi anlatıyor, bu film Kürt halkı bu filmden yeni bir şey öğrenmez gerekçesi ile göstermek istemediler,. Sonra gerçeği öğrendim ama burada bundan bahsetmemin doğru olmayacağını düşünüyorum.

Sonra parasız olarak göstermek için bir kaç filmimi istediler, fakat yapımcı onların bu isteklerini geri çevirdi.

Seyîdxan Kurij: Siz yüksek lisans tezinizi Yılmaz Güney ve Vittorio de Sica (İtalya yeni gerçekçi sinema akımının öncülerinden biri) sinema yaklaşımlarını karşılaştırarak ve doktora çalışmanızı da "Yılmaz Güney Sineması Ve Türk Toplumu" konusun da yapmışsınız. Bu Yılmaz Güney ilgisinin nedeni nedir?.

Kudret Güneş: Önce şunu söylemek isterim: tezimi maalesef yarıda bırakmak zorunda kaldım. Benim için Güney’le ilgili bir doktora hazırlamak önemli bir şanstı, birde bunu Sorbonne Üniversitesinde, Pierre Solin direktifinde yapmak başka bir şanstı, fakat o zamanki şartlarım maalesef eğitimimi bitirmeme fırsat vermedi.

Neden Yılmaz Güney, çünkü benim için Güney Türkiye’de gelmiş geçmiş en büyük sinemacılardan biri. Kendisi için, bir toplumun gerçeklerini bütün çıplaklığıyla dile getiren önemli dünya sinemacılarından biride diyebilirim.

Kendi ülkesinde ki, özelikle Kuzey Kürdistan’da olup bitenleri bize, anlatan hemen hemen ilk sinemacıdır; « Umut », « Sürü », « Yol » « Duvar », olmak üzere bütün filmleri, haksızlıkları, adaletsizlikleri, sınıfsal çatışmaları, yasakları, örf ve adetleri, bir toplumda feodal sistemden kapitalizm sisteme geçiş sancılarını vs, O’nun sinemasıyla öğrendik diyebilirim.

Örneğin « Zavallılar » filmi beni çok etkilemişti. Belki de bunun en büyük sebebi, film hapishanedeki o evsiz ve barksız, toplumun dışladığı insanları anlattığı içindir.

Ben lisedeyken « Umut » filmini görmüştüm. Güney’in bu eseri beni başka bir şekilde etkilemişti. Günlerce etkisinde kalmıştım. Hata filmdeki o fakir ve çaresiz aile rüyalarıma bile defalarca girdi.

Paris’e geldiğim zaman « Le Néoréalisme Italien » yeni gerçekçi İtalya sineması akımının şu öncülerinin (De Santis, Antonioni, Rossellini, Visconti, de Sica, vs ) eserlerini izlemeye başladım.

Bu eserlerin çoğu bana Yılmaz Güney sinemasını hatırlatıyordu. Özelikle Vittorio De Sica’nin filmleri…

Bundan dolayı, Sorbonne Üniversitesinde, Yılmaz Güney ve Vittorio de Sica’nin sinema anlayışını karsılaştıran yüksek lisansımı (DEA) tamamladım. Bu diploma için özelikle Yılmaz Güney’ın « Umut », Vittorio de Sica’nin “Bisiklet hırsızı- Le Voleur de Bicyclette” adlı filmleri karşılaştırdım.

Her iki çalışmada işlenen temalar hemen hemen aynı: işsizlik, yoksulluk, büyücülük, din, adaletsizlik (fakir-zengin ilişkileri) kayırmacılık, çaresizlik vs.

Filmlerdeki çekim tekniği de birbirine çok benziyor : « Umut » te ki Cabbar’ın hazine bulmak için kazdığı kuyunun etrafında ki dönüşü ve kameranın ondan uzaklaşması, Ricci’nin kalabalık bir toplum tarafından hırpalanıp, yalnız bırakılması ve bu anın genel bir çekimle verilmesi gibi…

Her iki filmde sokakta çekilmesi, yani stüdyo dışında çekilmesi, her iki filmde de oynayan oyuncularınin profesyonel olmaması, hareketsiz görüntülerin olması vs…

 

 

 



Seyîdxan Kurij: Kendini hangi sinema ekoluna ait görüyorsun? Kendini gerçekçi – toplumcu olarak tanımlayabilir misin?

Kudret Güneş: Ben tamamen ticari amaçla yapılan sinema anlayışını pek benimsemiyorum.  Sanıyorum daha çok Yılmaz Güney gibi yeni gerçekçi sinema anlayışını benimseyen biriyim. Bir kaç tane kurgu-kısa metrajlı film yönettim. Bu filmlerimin konuları gerçek yaşantılardan alınmıştır. Bu açıdan bu filmlerime yarı-belgesel, yarı-kurgu filmleri de denilebilinir. Oyuncular hemen hemen hepsi ilk olarak kamera karşısına çıkıyor, doğal bir dekorda çekilen filmler, kamera hareketlerinden uzak eserlerdir. Bir de ben çok belgesel film yaptım, benim için, eser bir gerçeği ve ezilen halkların sorunlarını anlatmalı, bu fikrim kurgu filmler içinde geçerli.

 

 


 


Seyîdxan Kurij: Çalışmalarınızı incelediğim de bir kaç ilginç şey ile karşılaştım. Birincisi Zana ailesi, ikincisi işkence sorunu, üçüncüsü kadın sorunu. Bu konuları seçmede ki nedenlerinizi, sizi motive eden faktörleri anlatabilir misiniz?

Kudret Güneş: Her şeyden önce bir Kürt sinemacısı olarak, genellikle 1980 Türk askeri darbesin den sonra, Kuzey Kürdistan’da yaşanan savaş ve haksızlıklar beni çok etkilemişti.

Leyla Zana’nın 1991 de milletvekili seçilmesi ve TBMM de yemin töreninde yeminini yaptıktan sonra Kürtçede : « Ben bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği için yaptım » demesi oldukça cesaret gerektiren bir hareketti. Leyla 68 (1923–1991) yıl süresince yasaklanan bir dil ile konuşmayı, milliyetçi, hata faşist bile denilebilecek parlamenterler ve askerlerinin bulunduğu bir yerde çekinmeden Kürtçe bir cümle kullanıyordu.

Leyla’nın o cesareti beni adeta büyüledi. Ve bu hareketi beni ona yaklaştırdı ve onunla ilgili bir belgesel film yapmaya karara verdim.

Bir kaç yıl araştırma yaptım, projeyi yazdım, hatta bu konuda CNC-Fransa Ulusal Sinema Merkezinden - belirli bir parasal yardımda aldım.

2002 de Leyla hapisteyken, bu filmi çektim. Çünkü bu kullandığı Kürtçe cümleden dolayı 1994 yılında Leyla diğer Kürt milletvekillerinin dokunmazlıkları kaldırılıp, hapse atılmışlardı.

Bu belgeselim birçok ödüle layık görüldü, bu ödüllerden bir kaçı: “ - 2002 -" Leyla Zana, Le cri au-delà de la voix étouffée"(Leyal Zana, boğulan sesin ötesindeki çığlık) Primé deux fois au Festival International du Grand Reportage d’Actualité au Touquet (Touquet Uluslararasi Büyük Röportaj ve Aktüalite Film festivalinde iki kere ödüllendirildi) (prix “Olivier Quémener” et prix “du jury jeunes”). - “Leyla Zana, les écrits de prison” (Leyla Zana - hapishane yazıları)

Diffusion France 5 et RFO... (Yayin France 5 et RFO) "Prix du jury jeunes" au festival international du film asiatique de Vesoul (Vesoul Uluslararası Asya Film Festivalin de genç jüri ödülüne layık görüldü)...

Leyla Zana’yi çekmek için çok kitap okudum, genellikle Mehdi Zana’nın yazdıklarını, bundan dolayı Mehdi’nin 11 yıl Diyarbakır 5 nolu hapishanesinde işkence gördüğünü öğrendim. Mehdi, Kürt politikacılarının, insan hakları temsilcilerinin, öğrencilerinin, halktan olan erkek ve kadınlarının bu hapishanede gördükleri insanlık dışı muameleler beni çok etkilemişti.

Çünkü babamda işkence görmüştü. Ve böylece Mehdi’nin yaşadıklarını babamın yaşadıklarıyla özleştirip 2004 yılında ‘Mehdi Zana, başka bir şekilde yaşamak” belgeselimi yaptım. Bu filmden sonra "Rencide Edilen Kadınlar" adlı 2009 yılında çekilen filmim ile iki Kürt kadınının Türk hapishanelerinde maruz kaldıkları onur kırıcı olayları ve tecavüzü işledim, sonra başka kadınlarla ilgili başka şekilde işkenceyi ve barbarlığı anlatan filmler yönettim. 2011 de yaptığım belgesel filmim « Bedia’nin İzinde » de bunlardan biridir.

İşkence bir insanlık suçudur. Türkiye de işkencenin çok sıklık ile yapıldığı hata rutin olduğu biliniyor. Ayrıca kadınlar çok daha kötü muameleye tabi tutuluyorlar, daha ağır ve onur kırıcı işkenceler görüyorlar. Kadınlar erkeklerden farklı olarak birde kadınlıklarından dolayı çok zor durumda kalıyorlar. Örneğin kadınlar karakol da, sorguda, cezaevinde cinsel tacize maruz kalıyorlar, hatta tecavüze uğruyorlar, ama toplumsal baskıdan dolayı bu yaşadıklarını anlatamıyorlar. Anlatma cesareti gösteren çok az kadın var. Birde savaşın en ağır etkisini kadınlar yaşıyorlar. Kadınlar Kürdistan’da hem Türk askerlerinin hem de korucuların taciz ve tecavüzlerine uğruyorlar.

Benim amacım bu filmlerimle Türkiye’de Kürtlere, ve Kürt kadınlarına yapılan bu dehşet verici muameleleri Avrupa halkına duyurmak ve dikkatleri Türkiye’daki faşist sisteme çevirmekti.

 

 

 

 

 

Yilmaz Güney Festıval Duhok, Kurdıstan

 

 



Seyîdxan Kurij: Hep Fransa’da yaşayan ve Fransa’da çalışan yabancı biri olarak ne gibi zorluklar ile karşılaştınız?

Kudret Güneş: Fransa’daki yabancıların çektikleri sıkıntıları bende çektim diyebilirim. Önce dil sorunum vardı, uzun yıllar fransızcayı kavramaya çalıştım. Bir sinemacı olarak, kendini ifade etmek ve proje yazmak için kaldığın ülkenin dilini bilmek zorundasın.

Bizim ortaokulda bir fransız hocamız vardı, hep şunu derdi : « Kendi ana dilini tam olarak bilmeyen bir kişi başka bir dili tam olarak öğrenemez ». Bu öğretmenin hakli olduğunu Fransızcayı öğrenmeye başladığım zaman anladım. 7 veya 8 yaşına kadar Kürtçe konuşuyorsun, sonra anadilin sana yasaklanıyor, başka bilmediğin bir dilde kendini ifade etmeye çalışıyorsun. O dili tam öğrenirken, başka bir ülkeye gelip yerleşiyorsun ve yerleştiğin ülkenin dilini öğrenmek zorunda kalıyorsun.

Birde sen sinema gibi bir sektörde çalışmayı arzuluyorsun. Fransızların çalışmayı hayal ettiği bir sektör, böyle bir yerde eğer arkanda kimsen yoksa o alanda çalışman hemen hemen hayal olmaktan öteye gitmez.

Önce, Sorbonne üniversitesinde okurken, film-montaj bölümünde çalışmaya teşebbüs ettim, fakat o kadar zorluklarla karsılaştım ki, onları burada anlatmama bile gerek yok.Yalnız büyük bir montajcının, Jean Ravel’ ın, yanında 3 ay asistan olarak çalışabildim. Sonra Jean Ravel kanser hastalığından dolayı hayatını kaybetti. Bende kendimi senaryo yazmaya verdim.

14 yıllık bir çabadan sonra ilk belgesel filmimi « L’immigré - Göçmen » ni 1999 da yönettim. Film, kuzey Kürdistan’da vuku bulunan savaştan kaçıp, Fransa’nın bir şehrine yerleşen 3 Kürt ailesinin hayatını ve bu ailenin Fransa toplumuna ne derecede uyum sağladığını anlatıyor.

Seyîdxan Kurij: Bize biraz çalışma yöntemleriniz konusunda aydınlatır mısınız?

Kudret Güneş: Önce konuyu seçerim, konu çok önemli, ilginç olmalı, yapımcının ve finanse eden kurumların dikkatini çekmeli.

Benim üzerinde bir Kürt olarak çalıştığım konular genellikle Kürt halkının şu anda içinde bulunduğu adaletsizliği vurgulayan konulardır.

Temayı seçtikten sonra, 2 veya 3 ay araştırma yaparım, sonra projeyi yazarım. Projem hazır olunca, onu bir kaç yapım evine gönderirim.

Eğer bir yapım evi bulursam ve o yapım evi de gereken finansmanları bulursa, bir belgesel film için en az 2 yıllık bir zaman harcarım.

Seyîdxan Kurij: Bildiğim kadarı ile siz genellikle kendi projelerinizi hazırlayıp, ondan sonra yapımcı buluyorsunuz, Avrupalı yapımcıların Kürt temasına karşı ilgileri nasıldır?

Kudret Güneş: Genellikte Avrupa’ daki yapımcılar ezilen halklarının sorunlarını anlatan projelere sıcak bakıyorlar ama ulusal televizyon kanalları daha çok hükümetlerin sağladığı yardımlarla ayakta durduğu için, ister istemez sistemlerin politikasını izlemek zorundadırlar.

Bir belgesel filmin gerçekleşmesi için, yapımcı bir televizyon kanalı bulmak zorunda, eğer yapımcı sinema alanında tanınmışsa, bu tür, yani boyunduruk altındaki halklarının sorunlarını dile getiren projeler için ulusal bir televizyon kanalı bulabilir. Bu büyük bir çabadan sonra belki mümkün olabilir. Bunu da tanınmış yapımcılar pek göze almayabilirler.

Fransa’da bu tür projelere daha çok küçük yapımcılar ilgi gösteriyorlar, nedeni de böyle Kürt sorununu veya başka bir halkın sorunun anlatan projeler için yerel bir televizyon kanalı bulmaları daha kolay. Ama yerel televizyon kanalları projenin gerçekleşmesi için, bütçe ayırmazlar. Sadece yapımcının başka kurumlardan finansman elde etmesine yardımcı olurlar.

Benim « Leyla Zana, les écrits de prison - Leyla Zana, hapishane yazilari » filmim büyük bir ulusal televizyon kanalı olan « France 5 » tarafından « Couleur films » ile ortak yapıldı. Çünkü o dönemde Kürt meselesine daha olumlu bakılıyordu.

Bence Öcalan’ın 1999 da Kenya’da yakalanması ve Türkiye’ye teslim edilmesinden sonra bu anlayış zamanla Kürtler için negatif bir yönde gelişti.

Örneğin Leyla dokümanterimin dışında diğer bütün filmlerim yerel televizyon kanalarının sayesinde hayata geçirildi.

Genellikle yazdıklarım için yapımcı bulmakta pek zorluk çekmiyorum ama dediğim gibi bulduğum yapımcılar finansman bulmakta oldukça zorluk çekiyorlar.

Seyîdxan Kurij: Siz bir iç Anadolu Kürdü olarak Beritan’lılar üzerine film çekme fikrine nasıl geldiniz?

Kudret Güneş: Ben 1980-81 de yüksek lisansımı yapmak için Ankara Üniversitesi Edebiyat fakültesinin sosyoloji bölümüne kaydımı yaptırmıştım. Bir yıl bu okula devam ettim ve okuduklarımın sayesinde Beritan aşiretinin yaşam biçimlerini, örf ve adetlerini öğrenmeye başladım. Bütün okuduklarımın pratiğini kendi aile yaşamımda buluyordum. Kendi kendime belki de biz bu aşiretten geliyoruz diyordum. Bu düşüncemden dolayı Beritanlılar ile ilgili bir araştırma yapmaya karar verdim, fakat ertesi yıl Fransız hükümetinin burslusu olarak Paris’e geldim. Belgesel sinema eğitimini « Le Conservatoire Libre du Cinéma Français » de okuduktan sonra ve bir kaç yılda Sorbonne Üniversitesine devam ettikten sonra. Beritanlarla ilgili bir belgesel film yapmak için bir proje hazırladım ve bir yapımcı buldum, yapımcı bir yerel televizyon kanalı (TV 10 ANGES) buldu. Bu kanalın sayesinde CNC (Fransa Ulusal Sinema Merkezi) ve diğer bazı kurumlardan gereken finansmanı elde etmiş olduk. 2003 de, önce Şeraffettin dağlarına, sonra da Bingöl dağlarına ekibimle birlikte gidip Beritanlıların yaşam biçimlerini ve bu son savaştan dolayı karşılaştıkları zorlukları ele alan 63 dakikalık bir belgesel film yaptım.

Bu dokümanter için bir ay Beritanlılar ile birlikte çadırda yaşadık.

Sonra, Paris’e gelir gelmez dağda tanıdığım ve zorla kuzenine verilmek istenen Beritanlı bir kızın hikâyesini dile getiren bir kaç sayfalık bir proje yazdım. « La Rebelle-başkaldıran » projem CNC nın ilgisini çok çekti. Bu kızın hikâyesini senaryo haline dönüştürmem için bu kurum bana parasal yardımda bulundu. Ve böylece 2007 tekrar Bingöl dağlarına gidip, o genç kızı buldum. Bir kaç hafta O ve onun ailesiyle birlikte yaşadım. Yaptığım araştırmanın sayesinde Fransa’ya geldikten sonra senaryomu yazdım. Bu hikâyeyi daha hayata geçirmedim.

Seyîdxan Kurij: Genel olarak filmlerinize olan ilgi nasıldır?

Kudret Güneş: Fransa’da filmlerimi görenler, konu bakımından olsun, çekimler bakımından olsun filmlerimi tutuyorlar. Leyla Zana filmim dünyanın birçok ülkesinde gösterildi. Gören insanlar bana sık sık yazıp beni tebrik ediyorlardı.

Fransa’da le monde gazetesi ve diğer birçok gazete ve sinema dergileri dokümanterimden uzun uzun bahsetmişti. Örneğin

“Bedia’nın İzinde” filmimin galasında bulunan seyirciler filmi ayakta alkışladılar. Bu film Fransa’da FIPA, (Festival International de Programmes Audiovisuels-Uluslararası Televizyon Filmleri Festivali) sorumluları tarafından seçildi ve pazarlama bölümünde halka ve televizyon kanallarına gösterildi.  

Dediğim gibi, genellikle belgesellerime olan ilgi oldukça iyi, ama birlikte çalıştığım yapımcılar filmlerimin reklamını yapmaktan kaçınıyorlar. Ve onları gereken festivallere de pek yollamıyorlar. Bunun da tabi ki çeşitli nedenleri olabilir; Kürt davasına değinen filmlerinin pazar bulmaması. Küçük bütçelerle yapılan bu tür filmler için masraftan kaçınılması vs.

Seyîdxan Kurij : Son yıllarda Kürt filmlerinin Uluslararası film festivallerinde iyi ilgi gördükleri söyleniyor, sizin bu konudaki gözlemleriniz nasıl?

Kudret Güneş: Bence de, gün geçtikçe Kürt sinemasına bir ilgi vardır. Ama şunu belirtmekten de yarar vardır: Kürtlerin bir devleti olmadığı için, sinemacısı da başka devletlere mal ediliyor. Örneğin Avrupa’da Yılmaz Güney’den bahsedildiği zaman, Türk sinemacısı ve filmleri içinde Türk filmleri deniliyor. Bu Bahman Ghobadi içinde ve diğer bütün sinemacılar içinde böyledir.

Kürt kökenli sanatçılar tarafından yapılan sinema filmlerinin Uluslararası Festivallerde gösterilmesi önce Yılmaz Güney’inin filmleriyle başlamıştır. Yılmaz’ın “Umut”, “Sürü”, “Yol” başta olmak üzere birçok filmi, Uluslararası Film Festivallerin de gösterilmiştir. Bildiğiniz gibi Güney’in « Yol – La Permission », 1982 yılında Cannes Film Festivalinde altın portakal ödülünü almıştı. Bu gün Kürt kökenli sinemacılar tarafından yapılan çok etkileyici filmlerde vardır. Bahman Ghobadi’nın “Sarhoş Atlar Zamanı”, “Kaplumbağalar da Uçar” gibi eserleri uluslararası yabancı film festivallerinde gösterilmiş ve isim yapmış filmlerdir.

Hiner Saleem’in filmlerinde uluslararası festivallere katılan filmlerdir. Örneğin “Votka Lemon” filmi birçok festivallerde ödüllere layık görülmüştü, bu film 2004 yılında Fransa’da Vesoul Uluslararası Asya Film Festivalinde en iyi kurgu filmi olarak seçilmişti, aynı sene, ve aynı festivalde benimde belgesel filmim “Leyla Zana- Boğulan Sesin Öesindeki Çığlık” Genç Seyirci Ödülüne layık görülmüştü.  

Birde Kürtler tarafından, Avrupa ülkelerinde, Amerika, Kanada gibi diğer birçok yerde, uluslararası film festivalleri düzenleniyorlar. Bu festivaller daha çok Kürt sinemacılarının yaptığı sinema filmleri ve belgesellerine yöneliktir. Bu tür çalışmalar, Kürt sinemasının dünyada tanıtılmasında büyük rol oynamaktadır.

Seyîdxan Kurij: Siz genellikle ya dokümanter çekmişsiniz yada kısa film. Sinema filmi çekme ile sizin yaptığınız iş arasında ne gibi fark var ?

Kudret Güneş: Belgesel filmler ve kurgu filmleri birbirinden farklı iki branştır.

Kurgu filmleri için, hikaye, senaryo, dekor (mekân), oyuncular, sahnelendirme, stüdyo çekimleri, vs gerekli… Senaryo tamamen hayalin bir ürünüdür veya olmuş bir olayın kurgulandırılmasıdır. Çekimden önce, senaryodaki hikâyenin görüntülere dönüştürülmesi için, her şey dikkatle hazırlanır, hesaplanır ve yapılır. Sette hikaye 20 veya 30 kişilik bir ekiple bazen 2 ay bazen de 2 aydan fazla süre içerisinde çekilir ve bir kurgu filmin meydana getirilmesi için önemli bir bütçeye gerek vardır.

Dokümanter filmler günümüz de şu anda yaşayanı veya geçmişte vuku bulan bir olayı belgelendirip ekrana taşımasıdır. Daha çok bir halkın, bir toplumun sorunlarını, haklarını konu eder. Bir dokümanter yapmak için, önce konu titizlikle seçilir ve o konu hakkında 2 veya 3 ay bir araştırma yapılır. Sonra filme alınacak olay kişi ise, o kişinin hayati, fikirleri, yaptıkları kâğıda dökülür. En sonunda 3 veya 4 kişilik bir ekip gider dokümanter filmi çeker. Bu tür çalışmalar için, senaryo, diyalog, karmaşık kamera hareketlerine, oyuncu, ışık, dekor’a gerek yok. Kameranın küçük ve pratik olmasına çok dikkat edilir. Çünkü her yerde ve her an çekim yapılabilinir. Yani bir yerde, yeri gelince, Rus yönetmeni Dziga Vertov dediği gibi olan biteni anında kamera almak ta olabilir. Örneğin bir savaş esnasında olup bitenleri ekrana taşımak gibi.

Seyîdxan Kurij: Neden şimdiye kadar sinema filmi çekmediniz?

Kudret Güneş: Ben sinema filmi yapmak için daha Sorbonne Üniversitesinde doktora eğitimimi görürken, senaryo yazmaya başladım. Kariyerimin basında sinema filmi yapmayı çok istiyordum. Bundan dolayı 4 tane sinema-film projesi yazdım. 4 de çok ilgi gördü ve çeşitli burslar aldı. Bunlardan bir tanesi de belgesel sinema-film projem olan « La Rebelle – Bas Kaldıran » dır. Bu projenin konusu şu, Beritan aşiretinden bir genç kızının, kendi örf ve adetlerine göre, amcasının oğluyla evlenmesi zorunludur. Genç kız böyle bir evliliğe karşı çıkar, böylece Beritan geleneklerine de ister istemez karşı gelmiş olur.

Bu olay üzerinde 10 sene geçmesine rağmen şimdiye kadar, güzelliğiyle tanınmış bu kız halen bekar. Kimse ona kuzeninden dolayı yanaşmıyor. Ben bu kızı Beritanlılar ile ilgili belgesel filmimi yaparken tanımıştım. Hikâyesi beni çok etkilemişti ve bu hikâyeyi belgesel-sinema filmi yapmak için yazdım.

Bu yazdığım 4 proje içinde “Alev” projemde yer almaktadır. Alev 2003 yılında Fransa da, FIPA (Festival International de Programmes Audiovisuels-Uluslararası Televizyon Filmleri Festivali) de en iyi televizyon proje film ödülünü almıştı.

Bu gün “Alev” projemi ekrana aktarmam için Pascal Verroust adında bir yapımcıyla çalışıyorum.

Pascal işini bilen ve kararlı biri. Umarım “Alev” filmini birlikte hayata geçireceğiz…

Şunu da belirtmekten fayda buluyorum, belki iyi bir çabayla bu sinema-film projelerimi hayata geçirebilirdim, ama beklerken kendimi dokümanter filmler yapmaya yöneltim.

Çünkü zamanla şuna şahit oldum. Bir halkın içinde bulunduğu çıkmazlıkları en iyi dile getiren dokümanter filmlerdir.

“Leyla Zana” filmimle 1923 yılından beri Kuzey Kürdistan üzerinde oynanan oyunları anlatım, “Mehdi Zana” dokümanterimle Diyarbakır hapishanesinde, 1980 ve 1990 yılları arasında, Kürt mahkûmlarına uygulanan insanlığın daha şimdiye kadar şahit olmadığı işkencelere değindim. “Rencide Edilen Kadınlar” la 1980 ve 2000 yılları arasında kadınlarımıza, Türk hapishanelerde, tecavüz edildiğini sergiledim.

Bence bu filmlerim Kürt halkı için birer tarihi belgedir.

 

 



Seyîdxan Kurij: Artık Kürtlerde film festivalleri düzenliyorlar, bu festivalleri nasıl buluyorsun?

Kudret Güneş: Eğer Avrupa’da düzenlenen film festivallerinden bahsedilirse bunlar genellikle zamanla ilginç birer festival haline geldiğini dile getirebiliriz. Organizasyon yönünden, film seçme konusundan, festivale yabancı seyirci çekmek konusundan, belirli adımlarının kaydedildiğini görürüz.

Örneğin ben Avrupa’da yapılan Kürt Film Festivallerinin çoğuna davet edildim. Oralarda filmlerim gösterildi. Bu tür festivaller ile ilgilenen insanlar, bu isi artik profesyonel bir biçimde yaptığını gözledim; Festivalde gösterilen hemen her filmin arkasında, seyirci-yönetmen, tartışmalarına yer veriliyor. Karşılıklı fikir alış verisi yapılıyor. Seyirci filmin ne amaçla ve hangi koşullarda gerçekleştiğini öğreniyor. Film hakkında görüşlerini açıklıyor.  

Bu festivaller basına önemli bir yer veriliyor. Bu da Kürt sorunun festival süreci içinde basında yer almasına yardımcı olunuyor.

Londra Kürt Film Festivali, Roma Kürt Film Festivali, Berlin Kürt Film Festivali, gibi Kürt Film Festivalleri, Kürtleri ve Kürt sinemasının Avrupa’ya tanıtmakta çok olumlu rol oynuyor diyebiliriz.  

Türkiye’de veya diğer ülkelerdeki Kürdistan coğrafyası çerçevesi için de düzenlenen festivallere filmlerimi göndermeye vaktim pek olmadı. Dıhok Film Festivali için birileri benden kısa metrajlı filmim olan « Kızıl Çarşafı » istedi. Kişiye, yapım evi « 17 production » ya baş vurmasını önerdim. Fakat sanıyorum bir sorun oldu, film o festivale gönderilmedi.  

Sadece Mardin Kürt Film Festivali, !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivalinin sorumluları beni festivallerine son yaptığım filmlerle katılmamı istediler. Onlara “Bedia’nın İzinde”, ve kısa metrajlı filmimi « Kızıl Çarşafı » göndermiştim…

Filmlerim bu söz konusu festivaller tarafından seyirciye gösterildi ama ben o festivallere davet edilmediğim için, bu festivaller hakkında her hangi bir fikir yürütmem yerinde olmaz.

Bundan bir kaç ay önce Amed’te düzenlene 1.ci Amed Film Festivaline davet edildim. Orda 2 tane belgesel filmim gösterildi “Bedia’nın İzinde” ve “Rencide Edilen Kadınlar”. Bedia filmim bu festival tarafından en iyi jüri mansiyon ödülüne layık görüldü.

Sadece bir kaç eksiklik dışında, festivalin genellikle iyi organize edilmiş olduğunu, festivale gelen sanatçıların iyi ağırlandığını, halkın festivale olan ilgisinin de oldukça olumlu olduğunu söyleyebilirim. İlk olarak yapılan her şey gibi, bir kaç eksikliği olabilir ama bence bu da normaldir.  

Seyîdxan Kurij: Gelecek ile ilgili ne gibi planlarınız var?

Kudret Güneş: Önce “Alev”, “La rebelle - Baş Kaldırma” ve “Rêve de papier - Hayal Edilen Kağıt » adlı projelerimi hayata geçirmek istiyorum. “Hayal Edilen Kağıt” bir sinema-film senaryomdur. Konu şöyle: 7 yaşında ki Baran ve ailesi savaştan dolayı Irak Kürdistan’ını terk ediyorlar ve Fransa’ya sığınıyorlar, fakat Fransa’da da onlara yer olmadığını anlamış oldukları vakit, iş işten geçmiş olur.

Bu çalışmalarımdan sonra, Amed’e yerleşmeyi, orda belgesel-sinema ve sinema-senaryo yazma konularında ders vermeyi düşünüyorum.

 

 





Sinemacı Kudret Güneş

Ankara’nın küçük bir köyünde dünyaya gelen Kudret Türkçeyi ilkokula başladığı yıl öğrendi. İlk, orta ve lise öğrenimini Anadolu’nun küçük bir kasabasında bitirdi.

1978 yılında Ankara’da Gazetecilik Halkla İlişkiler Yüksekokulunu bitirdi. İş hayatına başladı. Birkaç yıl Kültür Bakanlığının Sinema Dairesinde çalıştıktan sonra, sinema eğitimi almak için, 1982’nin Eylül ayında Fransa’ya burslu olarak gitti.

Paris’te belgesel film konusunda Conservatoire Libre du Cinéma Français’de 3 yıl okudu. Bu okulda kurgu ve yönetmenliği öğrendi. Sonra da, Paris Sorbonne Üniversitesi’nde Yılmaz Güney ve Vittorio de Sica (İtalya yeni gerçekçi sinema akımının öncülerinden biri) sinema yaklaşımını karşılaştırarak yüksek lisans eğitimini tamamladı.

Master eğitiminden hemen sonra "Yılmaz Güney Sineması Ve Türk Toplumu" konusunu içeren doktora tezini hazırlamak için 3 yıl daha Sorbonne Üniversitesi’nde öğrenimine devam etti, fakat çeşitli nedenlerden dolayı tezini bitiremedi.

Bu arada birçok senaryo yazdı ve kurgu üzerine çalışmalar da yaptı…

14 yıllık bir çabadan sonra, 1999 yılında ilk belgesel filmi olan 63 dakikalık "Göçmen, l’immigré" yi yönetti. Bu eseri, savaştan dolayı, 1980’li yıllarda Türkiye’yi terk eden 3 Kürt kadının Fransa’daki hayat yaşamlarını anlatmaktaydı.

1999 yılından bu yana birçok belgesel ve kısa metrajlı filme imzasını attı. Filmleri dünya çapındaki önemli festivallerde gösterime girdi. "Leyla Zana" adlı 2’nci belgesel filmi dünyanın birçok ülkesinde gösterildi ve birçok ödüle layık görüldü. 2003 yılında bu eseri Fransa’nın en büyük televizyon kanallarından biri olan "France 5" te yayınlandı "Leyla Zana" İtalya-İsviçre televizyon kanalına, ve daha başka televizyon kanallarına da satıldı.

4 tane uzun metrajlı film projesi yazdı, dördü de ödül aldı. "Alev" adlı uzun metrajlı projesi 2003 yılında Fransa festivali FIPA’da (Festival International de Programme de l’Audiovisuel) en iyi senaryo jüri ödülünü aldı. Kısa metrajlı filmi "Mon Cher Papa (Sevgili Babam) 2003'de Fransa’da Altkrich film festivalinde senenin en iyi filmi seçildi.

Şu anda 4 uzun metrajlı film projesini hayata geçirmek için yoğun bir çaba harcamaktadır.

YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI BELGESEL FİLMLER

Bedia'nın İzinde (Sur Les Traces De Bedia) - 2011
(belgesel, 2011, 63’, 52’ ortak yapım : CinéMorphose productions/Télessonne)
Antalya 48. Altın Portakal Film Festivali, Belgesel Film Yarışması, Gösterim Seçkisi. 2011
TİHV 2. Belgesel Film Günleri, Gösterim. 2012
11. AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, Ev Bölümü, Gösterim. 2012
İkinci El 6. Uluslararası Film Festivali, Gösterim. 2012

Rencide Edilen Kadınlar (Femmes Humiliées) - 2009
(belgesel 2009, 78’, ortak yapım: Couleur films/Neri productionscoprod. Normandie TV)

Beritan Aşireti (Beritans, les Nomades Kurdes) - 2005
(belgesel 2005, 66’, ortak yapım : Couleur films/TV10 Angers)

Mehdi Zana, Hayatı Başka Görme (Mehdi Zana, Voir la vie Autrement) - 2003
(belgesel, 2003, 56’ yapım Couleur films. finasman CNC (Ulusal Fransa Sinema Merkezi)

Leyla Zana, Hapishane Yazıları (Leyla Zana, Les Ecrits de Prison) - 2003
(belgesel 2003, 52’, ortak yapım : Couleur films/France)
3. Londra Kürt Filmleri Festivali. 2004

Leyla Zana, Boğulan Sesinin Ötesindeki Çığlık (Leyla Zana, le cri au-delà de la voix étouffée) - 2002
(belgesel, 2002, 54’, ortak yapım : Arte films/ TV10 Angers)
2. Londra Kürt Filmleri Festivali. 2002

Göçmen (l’immigré) - 1999
(belgesel 1999, 60’, ortak yapim Arte films/TV10 Angers)

YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI KISA FİLMLER

Jinekolog ve Tercümanı (Le gynécologue et Son Interprète) - 2012
(kısa metraj, 2012, 26’, ortak yapım : CinéMorphose productions/Télévision TELESSONNE)

Kızıl Çarşaf (Le Drap Ecarlate) (The Scarlet Sheet) - 2011
(kısa metraj 2011, 22’ ortak yapım: 17 productions/Crrav, région Nord pas de Calais.)
TV5 MONDE aldı.

SineMardin 7. Uluslararası Mardin Film Festivali, Kısa Film Dalı, Finalist. 2012
AFM 12. Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, Bedenim Savaş Alanı: Bir Seçki Bölümü Gösterim. 2013

Sevgili Babam (Mon cher Papa) - 2001
(kısa metraj, 10’, yapım: Les films du poisson, finansman CNC (Ulusal Fransa Sinema Merkezi)
Grand Prix du Meilleur Film au Festival d’Altkrich 2003
2003 yılının en iyi film ödülünü aldı.

Fatma - 1985 (kısa metraj, 1985, 5’, ortak yapım : CLCF (Conservatoire Libre du Cinéma Français)

 

 

 

 

 

 

 



Mamoste Mehdî Zana bi rejîsora kurd Kudret Gunes û tîma wê ya fîlm a ji Frense'yê


2003 serdan li Sara'yê


 

 

KUDRET GUNES FACEBOOK ACCOUNT:

 

KURDISH FILMS

 

Contemporary Kurdish Women






Foundation For Kurdish Library & Museum