DARA GIMGIMÎ
Vekoler, nivîsevan

Home  |  Destpêk  |  Ana Sayfa

 

 

 

 

PÛDÛXEPA



Kurdiya îro pê+dû+Xepa(t), ango kesa ku pê daye dû Xepa (Xepa Xudayiya Kurdan a wê demê ye). Ango kesa di rêça xwedayiya Hurî, Mîtanî û Xatiyan (Hîtîtan) de ye.

Jina keyê Xatiyan Xatûşîlî ye ku ji wan re Tevanna (Kurdiya îro anêya/dêya/diya/dayika tevan, dayika herkesê) dihate gotin. 1300 beriya zayînê jiyaye. Îro jî li gelek deveran Kurd ji dayikê re anê dibêjin ku derbasî yewnaniya Anatoliyayê, ji wir jî Tirkî bûye.

Keça kardêrê/rahîbê perestgeha Elbistanê bû. Hurî, Mîtanî û Xatiyan xwe wekî yek milet dizanîn ku ji xwe jî wisa bûn. Baweriya wan, xwedayiyên wan, navên wan û zimanên wan yek bûn. Ji zimanê hevûdu têdigihîştin ku nêzîkî zimanê Ûrartoyan bû.

Pûdûxepa û zilamê xwe gelek hez ji hev dikirin û ew xwedî hemî erkên key bû. Têkilî bi keyên welatan re datanî, peyman çêdikir. Di nameyên xwe yên bi Ramses II. ê Egîptê/Misirê de, ji hev re xûşk û birayê manewî digotine.

Di nameyekê de Pûdûxepa wiha dibêje ji Ramses re: "binêre birayê min, me bûka we şand. Em dizanin li cem we têkiliya seksî bi xûşk û birayen re heye, eman ha em viya qebûl nakin. Li cem me ev guneheke pir mezin e. Herwiha em bi zarokên xûşk-birayên dê û bavên xwe re jî nazewicin. Zaûşga/Îştar (xwedayî) bi viya bihese dê xezebê bîne".
Kivşe ye û tê zanîn ku heya hatina Îslamê jî di Kurdan de bi pismam-dotmaman re zewac qedexe bûye.

Pûdûxepa piştî bû Tevanna, bala xwe dide xwedayiyê rojê yê Aryanan Arînna ku êdî kêm behsa xwedayî Xepatê (Xwedayê bihar, baran, heşînayiyê) dike.

Arşîva Dara Gimgimî

 

 

 

 

 

 

 

KÜRD ASİLZADESİ MUSA BEG'E IRKÇI ERMENİ İFTİRASI

 



Musa Beg 1854-1928

 

 

Serpêhatiya Hecî Mûsa Beg ê Xoytî, bûka wî Garşa Mîro ya Ermenî, şerê psîkolojîk ê Ermeniyan a li dijî mîr û begên Kurdan a bi modela Fadîme Şahînê (bikaranîna masûmiyeta jinê ango Gulo ya Ermeniyan). JI BO HIN MALPERAN TIRKÎ NIVÎSÎBÛ LÊ NEWÊRÎBÛN BIWEŞÎNIN. LEWRA PARTIYÊN BAKURÎ KRÎPTO NE, MEJÎTIRK IN, XULAMÊ ERMENIYAN IN. EZ JÎ LI VIR PARVEDIKIM Û BILA DIYARÎ BE BO KURDAN.
Not: Bu makale önce Kürdçe yazıldı. Bazı Türkçe yazan Kürd siteleri „Türkçesini yaz, yeni nesiller bilsin, yayınlayalım“ dediler ve yayınlamadılar. Sebebi Ermenilere yalancı demişim. Yani ambargo uyguladılar. Ben de buradan paylaşıyorum, Kürd kemalist partilerinin ve onların sitelerinin cani cehenneme. Kürdün tepesine çöreklenmiş kripto Türkler, kripto Ermeniler bilsin ki Kürd yüce bir makamdır. Onlarin hizmetine girmiş şal takan maganda Kürd aydınlari, siyasetcileri de bilsin ki yakın gelecekte onları tarihin sergosuna atacak bir Kürd nesli geliyor.

Büyük Ermeni Yalanı: Gulo´nun hikayesi - The Great Armenian Lie: Gulo's story - Derewa Mezin a Ermenî: Çîroka Gulo

(Hecî Mîso´yu nasıl Hecî Mûsa Beg yaptılar yada Ermenilerin Fadime Şahindal´ı: Gulo)

Hacı Musa Bey´in mezar taşında bir güneş altında büyük harflerle şöyle yazar: RAWESTE!. Yani dur ey yolcu, burada yatan bir Kürd mêrxasıdır (mêrxas, yiğit demek). Kürdler ve Ermeniler aynı bahçede yaşayan komşulardı. Kürdistan´da takriben nüfusun % 2-3´ü Ermeniydi. Ermeniler Kürdlerin koruması altındaydılar. Tüm komşular gibi kirve oluyorlardı, birbirine aşık oluyorlardı. Ve yine tüm komşular gibi tarla kavgası yapıyor, birbirinden kız kaçırıyorlardı. Egemen dil Kürdçe olduğu için Ermeniler Kürd kilamlarını söylüyor, Kürd halaylarını çekiyorlardı. Dengbêj Gulê, Evdalê Zeynikê zamanında yaşamış büyük kadın dengbêjdir. Ermenidir. Bir iddiaya göre „Temo“ Evdalê Zeynikê´nin Gulê´den olma oğludur. Evdal kendisine sanat anlamında rakip olan Gulê´nin bu sırrını ömrü boyu saklamıştır ve kilamlarında „ormanda bulduğum bir bebektir, bana körlüğüm ve yaşlılığımda destek olan oğlumdur“ diye sunar. „Ez Gula Bav File me nayêm ser dînê te – Ben babası Ermeni olan Gulê´yim, senin dinine girmem“ kilamı Dengbêj Gulê´ye aittir ve bu kilam ne Hecî Mûsa Begê Xwêtî (Xoytî), ne de onun kardeşi Cevahir´in kaçırdığı „Gulîzer“ daha doğmamışken zaten söylenirdi. Ermeni kırımına kadar da herşeye ragmen bu iki halk barış içinde yaşamışlardır.

Hiçbir ırkçı, ırkçılığını yaptığı ulusa ait değildir

Ermeniler Hristiyan oldukları için Avrupalılara çok bel bağlıyorlardı. Bütün azınlık halklarda olduğu gibi Ermenilerde de korumacı narsisizm vardı. Azınlıkların psikolojik şekillenmelerinde bu türden bir radikalleşme vardır ki bunun temelinde koruma içgüdüsü vardır. Bu kollektif şuuraltında yer etmiş korumacılık bazen egemenine hayranlık yani kraldan daha kralcılık şeklinde de tezahür eder. Devşirilmiş yada göçmen gelmiş Türklerde aşırı milliyetçiliğin boy vermesi buna örnektir. Bilinir ki büyük ırkçıların hiçbiri aslen ırkçılığını yaptıkları ulusa ait değildir. Ziya Gökalp Türk milliyetçisi bir Kürd, Alparslan Türkeş (asıl adı Hüseyin Feyzi) Kıbrısa sürülmüş bir Kafkas ailede doğmuştur. Türkeş baba tarafından Çeçendir ve ´Bozkurt Efsanesi´ Çeçen efsanesidir, Çeçen bayrağında yer alır. Yine Türkeş anne tarafından Rumdur ve Bozkurt efsanesi (Romus ve Romulus) aynı zamanda Roma efsanesidir. Çerkez, Çeçen, Arap ve Arnavutların Türk tarihinde bu anlamda kötü bir rolleri olmuştur. „Varsın celladım bir Çerkez yada Arnavut olsun“ der Türkmen türküsü mesela. Pek çok Kürd de „ünlü Türk büyügü“ ünvanını almış, Türk milliyetçiliği adına Kürdlere saldırmıştır. Rayber, Binbaşı Qaso, Bedirxanî´lerden Vasıf Çinar, şair Pîremerd´in oğlu Vedat ve onun çocukları Atilla Sav ıie Ergun Sav, Yeşil kod adlı JITEM´ci Mahmut Yıldırım, Sedat Bucak, Kamer Genç vs.

Ermeniler de duruma göre Kürdistan´da bazen İngilizlere, bazen Osmanlıya, bazen de Rus işgaliyle beraber Ruslara dayanarak Kürdlere zulüm etmişlerdir. İstanbul´da ciddi bir Ermeni elit kesimi vardı. Her anlamda Türklere yön veriyorlardı. Osmanlı´nın „kavmi sadıka“sı idiler. Agop Martayan Dilaçar, Güneş Dil Teorisiyle bütün diller Türkçeden türemiştir diye Mustafa Kemal´i de yönlendirecek, Türkçe dilini yaratacaktı. Levon Panos Dabağyan Türklere ´Üç Hilal Sembolü´ yapar. Sabiha Gökçen Dersim´e bomba yağdırır vs.

Batılı seyyahlar Ermenilere misafir olurlardı

Batılı seyyahların hepsi Kürd kadınlarının en özgür kadınlar olduklarını, Kürdlerdeki müslümanlığın radikal olmadığını, Kürd erkeklerin sakal bile bırakmadıklarını vs yazmışlardır. Gelen batılı seyyahlar Hristiyan oldukları için Ermeni evlerinde konaklamışlar, Ermeni din adamlarıyla ilişkilenmişlerdir. Bu yüzden Kürdleri Ermenilerin ağzından dinlemişlerdir. „Kürdler hırsızdır, Kürdler vahşidir, Kürdlerin töresinde düşmanının cesedini parçalayıp her parçasını bir şehire gömmek vardır vb“ şeyleri yazmışlardır. Batılılar bu yüzden oyantalizm ve din farklılığı perspektivinden Kürdlere bakmışlardır ki, bu esasen halen de öyledir. Ermeni Katliamı sürecinde de başta İngiliz basını olmak üzere, tüm Batı dünyası katliamı Ermenilerin ağzından yazmışlardır. Mesela 1914 - 1917 arasında 300.000 Kürdün Ermeni çeteleri tarafından katledildiğinden bahsedilmez. Murad nehrinin Ermeni çetelerinden kaçmak için intihar eden Kürd kızlarının cansız bedenleriyle dolduğundan da bahsedilmez.

Osmanlı´da „Üç Paşalar“ (Enver, Cemal, Talat) egemen olana kadar Kürd beyleri ile Osmanlı arasında nispeten barış vardı. Osmanlı Kürde yan baktığında bir isyan başlıyor ama sonunda Osmanlı geri adım atıyordu. Bu durum Kasrı Şirin Anlaşmasından beri böyleydi. Kürdler otonom yaşıyorlardı. Gelen Rus orduları ve petrolün keşfiyle beraber, Kürdistan kurtların yemeye başladığı bir sofraya dönüştü. İngilizler baş aktördüler. Bölgede çıkarlarına göre haritalar yapıyor, her bir yapmacık devlete de bir diktatör atıyorlardı. Bu durum Ermeni çetelerinin iştahını kabartmıştı.

Dengbêj Gulê kimdir?

Evdalê Zeynikê 1798´de (bir iddiaya göre 1801) doğduğuna ve 115 yıl yaşadığına göre ve Gulê de ondan 10 yaş kadar büyük olduğuna göre 1788-90´larda doğmuştur. Benim araştırmalarıma göre Van´lı bir Ermeni dindarın kızıdır, babası o doğduğunda Kağızman´ın Çengilî/Çanglî (şimdiki Türkçe adı Çengelli) köyündeki eski bir klisede (Eğeknamor Manastırı olabilir) papaz değil de kilise hizmetlisi olarak çalışmaktadır. Daha sonra başka yerlerde papazlık yapacaktır. Çocukluktan beri düğünlerde stran söyler. Güzel bir kız değilmiş, dindar biriymiş, aşırı özgüveni ve rahatlığı varmış. Sesiyle büyülüyormuş gençleri ve bu yüzden başı hiç belalardan kurtulmazmış. 15-16 yaşlarında iken bir çoban tarafından kaçırılmak isteniyor ama köylüler kurtarıyorlar. Babası bu sebeple çabucak evlendirmek istiyor ve onu Van´da devlet memurluğu yapan yaşlı bir Ermeniye veriyorlar. Kocası onu kısıtlamak istiyor, ev kadını olsun istiyor. Büyükşehiri ve kuralları sevmiyor. Acıklı ağıtlar söylemeye başlıyor. Ünlü kilamı „stûyê min di ser xortê xelkê de xwar e – (yaklaşık anlamı) boynum bükük elin gençlerine bakarım“ı da bu devirde çıkarmış olmalı. Büyükşehirin avantajlarını da kullanıyor. Kısa sürede Van düğünlerinin ve dengbêj çevrelerin baş köşesinde yerini alıyor. Kocası kıskançlıktan onu boşuyor. Namı dört diyara yayılıyor. Eleşkirt Kalesinde oturan Sirmelî Mamed Paşa´nın onur dengbêji olur. O sırada Evdalê Zeynikê de meşhurdur. Hewaran´da (Xamûr olabilir) dengbêj atışmasına davet ediliyor. Orda diyor ki „kim beni yenerse onunla evlenirim“. Üç gün üç gece süren atışmada Evdalê Zeynikê´ye yenilir. Evdal Sirmelî Mamed Paşa´nın baş dengbêjî ve hatta dostu olur.

Derler ki Evdal´a „beni yendin, sözümde duracağım ama bir şartla, ben gelinlik giyip intahar edeceğim ve o vakit senin karılığını kabul ederim. Ben yaşarken bir müslümanla evlenmem“. Derler ki Evdal da demiş ki „ben evliyim Eyşo´ya ihanet edemem, ama bil ki senden dahasına ne aşık oldum ne de olacağım“. Tabi iddialara göre „Temo“ onların yasak aşk meyvesidir.

Kürdlerde Hristiyanlık dini nispeten az yayılmıştır. Bu nedenle Kürd hristiyanlar başkalarının kiliselerine gitmişler ve zamanla assimile olmuşlar. Nasturilerin öz be öz Kürd olduğu nettir ki Süryani kilisesine bağlı oldukları için onlardan sayılmış. Keza pek çoğu da Ermeni kilisesine tabi olduğu için zamanla Ermeni olmuşlardır. İddiam odur ki Gulê´nin soyu da öz be öz Kürd idi. Zaten Gulê ismi tipik Kürdçedir, Ermenice de Gul-Gül kelimesi Vart´tır. Hiç önemli değil, Gule Ermeni yada Japon olsun o Kürdlerin büyük dengbêjidir ve Kürdün kalbindedir.

Qers´li (Kars) Hecî Mîso (gerçek ismi Mirza olabilir, kısaltma yada lakaba benziyor) adında bir Osmanlı memuru yada beyi ki evli ve yaşlıdır, Gulê´ye kafayı takar. Ama Gulê Kürd elit çevrelerin dengbêji olduğu için de güvendedir. Hecî Mîso birkaç süvariyle pusu kurup Gulê´yi kaçırmak ister. Saçlarından yerde süründürür. Başaramaz ve bir yıl geçmeden o şahıs başka sebeple hapse atılır. Hatta Mamed Paşa öldürdü diyenler de var. Bir anlatıya göre de Hecî Mîso Digor köylerinden varlıklı bir Kürd kabile reisidir.

Bu ünlü kilamı onun için söyler. Tabi bu kilam dilden dile, bölgeden bölgeye farklı versiyonlarla yayılır. Kimi dengbêjler Mîso yerine yöresindeki zalim bir beyin ismini kullanmışlardır. Gulê de bazen Xarpêt´li olur bazen Bitlisli. Bazen Sako´nun 14 yaşındaki kızıdır Varto Xamirpêt´te koyun sağmaya giden bir Ermeni kızıdır, bazen de Bitlis´li papazın 18 yaşındaki kızıdır. Bazen bu Beg Mîso, Mûso´dur, bazen hatta Îdris, Rizo Beg´dir. Bazen Gulê Mamed Paşanın tahtını sallar, bazen Abdülhamit, Sultan Reşad ve hatta Atatürk´ün. Bazen sevgilisi İdris adında bir Ermenidir, bazen de Andranik. Zaten dengbêjlik böyledir, olayları aktüalize ederler. Hatta bazı versiyonlarda Gulê kaçırılmış, müslüman olsun diye işkenceyle gözü kör edilmiştir. Bu doğru değildir, sanat gereğidir.

´Kilam´ın orjinali ve en eski formu şöyledir:

Dengbêjlik literatürüne hakim biri olarak, ulaştığım sonuca göre bu kilam 1825-1830 arasında yapılmıştır. Gulê kilamın orjinalinde, Mîso´yu aşağılamak için ona Mîso yerine Mîzo (altına işeyen) der:

Gulê rê girt li ser zîn û palanan
Mîzo/Mîso Beg ket pêşiyê û şûr kişand ji kalanan
Got ez ê te bînim ser dînê misilmanan
Gulê got, ez Gulo me Guloka bavfile me,
Tu min hûrkî, nayêm ser dînê te me
Ez ne layiqî binemîzan, layiqê mîrê dilê xwe me
Gulê got, Mîzo/Mîso Bego ez Gulo me, gula dîn im
Ez ê kinc û palê xwe li xwe bînim
Rêka Rêdikan (Retkan) bihelînim
Textê Sirmelî Mamed bigrim û bihejînim
Heger hesabê min pirsî ji xwe pirsî
Heger nepirsî ez ê donzdeh diwalan pê bihesînim
Hecî Mûsa Beg´in kardeşinin kaçırdığı Gulo kimdir?
Türk kaynaklarına göre:

„Musa Bey´in kardeşi Cevahir bir Ermeni kıza aşık olur. 1889 yılında henüz 14 yaşında olan Xars köyünden Ermeni Ağacan'ın kızı Gülizar'ı ister. Vermezler ve ayrıca silahla köyden kovulur. Cevahir´in (Cewo) bir kaç silahlı baskını da sonuçsuz kalır. En nihayetinde Musa Bey´in adamları gider zorla getirir, Cevahir´e nikahlarlar. Ailesi şikayet eder ve İstanbul´daki Ermeni cemaati, padişah ve Batılı ülkelere baskı kurar. Gülizar'ın kaçırılmasından sonra Bitlis'te gerçekleşmeye başlayan yargılama neticesinde yaklaşık dört ay süren esaretten sonra genç kız özgürlüğüne kavuşarak ailesine teslim edilmiştir. Bundan cesaret alan bazı Ermeniler'in yoğun baskısı ve bazı ülkelerin baskısı sonucu Musa Bey yargılanmaya başlarken, İstanbul'a giden Gülizar'ın yargılama sürecinde tanıklık yapıp yapmadığıyla ilgili bilgi bulunmamaktadır. Olay öyle büyür ki dünyanın tüm gazeteleri Cevahir yerine Musa Bey ve Gülizar’dan bahsetmeye başlar. Yabancı devlet temsilcileri böylece olaydan haberdar olur. Musa Bey’in yargılanması büyük bir yankı uyandır. Olay Ermenilere karşı bir zorbalık ve insan hakları ihlali olarak kabul edilir. Bölgede Amerikalı, İngiliz misyonerler cirit atıyor o sırada, Ortadoğu’da Hıristiyan bir devletin imkanlarını arıyorlar. Bu hadise onlar için iyi bir malzeme teşkil eder. Bir anda İngiliz ve Fransız gazeteleri hadisenin üzerine atlarlar.

Nisan 1889’da İngiliz “The Times” gazetesinde bir Ermeni kızın babasının gözleri önünde diri diri yakıldığı haberi çıkar. 6 Mayıs 1889’da ise “The Daily News”de, “Kürt Musa Bey’in bir Ermeni köyünde katliam yaptıktan sonra bir çocuğun üzerine gaz dökerek yaktığını” duyurur. 14 Mayıs 1889’da ise “The Echo” gazetesinde yine Kürtlerin Ermenileri katlettiği, güzel kadınlarına tecavüz ettiği haberi çıkar. Bu haberler yankı bulur ve İngiliz Parlamentosu “Ermeni bir kızın bir Kürt beyi tarafından kaynatılarak öldürüldüğü şayiasıyla” çalkalanır.

Musa Bey hakkında on ayrı dava açılır. Hacı Musa Bey ve birkaç Ermeni tanık mahkeme için Muş’tan İstanbul’a çağrılır. Musa Bey kalkar gider, babasının kayınçosu Pera Mutasarrıfı Bedirhan Bey’in oğlu Bahri Paşa’nın evine misafir olur.

Dava, Georgeon’un deyimiyle, tam bir “adli komediye” dönüşür. Muş’tan gelmiş davacı Ermeni köylüler iyi Türkçe bilmiyor. Mahkemede kullanılan ağdalı Osmanlıca bela olur başlarına, dertlerini iyi anlatamazlar. Muşta olmuş olaya, İstanbul’daki bazı Ermeniler tanık olarak katılır. Birisinin söylediğini öteki yalanlar, her şey karman çorman olur. İşin içine mağdur bir kızın hakkını savunmak yerine, bir milletin davasını savunma gibi siyasi mülahazalar girer, at izi it izine karışır.

Mahkeme neticede Hacı Musa Bey’i beraat eder. Ne İstanbul basını, ne Ermeni, ne de Batı kamuoyu bu karardan memnun değildir. Abdülhamit baskıları az buçuk hafifletmek için Musa Bey’i Medine’ye sürgüne gönderir.

Gülizar'ın yaşadıkları, kızı Armenouhie Kevonian tarafından 1946 yılında Paris'te Ermenice olarak kitap haline getirilerek basılmış ve Türkçe'ye "Gülizar'ın Kara Düğünü" olarak çevrilerek yayınlanmıştır.“

Rohat Alakom´a göre:

„Muş’un Xars köyünden olan Gülizar erken yaşta annesini yitirir, babasının ikinci eşi Nartun ona annelik eder. Musa Bey Olayı’ndan sonra 1892 yılında Keğam Der Garabedyan adında bir Ermeni aydını ile evlenir. Çift uzun yıllar Muş, Diyarbakır ve İstanbul gibi değişik mekanlarda yaşamlarını sürdürür. 1934-1935 yılları arasında Fransa’da bulunan kızını ziyaret eden Gülizar, yazdığı anılarını bu sırada kızına teslim etmiştir. Muş Milletvekili Keğam Der Garabedyan 1918 yılında, Gülizar da 1947 yılında vefat eder. Keğam Der Garabedyan ve Gülizar’ın mezarları günümüzde Şişli Ermeni Mezarlığı’nda bulunuyor. Gülizar’ın anılarını yayıma hazırlayıp basan kızı Arménouhie Kévonian uzun yıllar yaklaşık olarak 70 yıl Fransa’da yaşamış, 2002 yılında vefat etmiştir. Gülizar’ın anıları önce Ermenice (1946) sonra Fransızca (1993, 2005) ve en sonunda Türkçe (2015) olarak yayımlanır. Gülizar’ın tarihçi olan torunu Anahide Ter Minassian büyük annesinin Faransızca yayımlanan anılarına Birbirine Karışan Hatıralar adlı bir bölüm ekleyerek kitaba bir renk katmıştır. Ermeniler konusunda çalışmaları olan Anahide Ter Minassian da 11 Şubat 2019 tarihinde vefat etmiştir.“

Durûberan´da, Garşa Mîro nasıl Gulîzer oldu?

Yani bu Gulê, kilamlardaki Gulê değil, Dêrxas´lı (Xars değildir yanlış kullanmışlar. Değerli aydınımız Rohat Alakom keşke araştırsaydı Xars diye bir yerin olmadığını öğrenirdi. Ermeni ırkçıları sözde milattan önce Ermeni yurduymuş diye, korkunç palavra isimler uydurmuşlar ve maalesef Batılıları da kandırmışlardır. Ermenice adı Xaskûy, şimdiki Türkçe adı Hasköy) Gulîzer´dir. Hatta benim araştırmalarıma göre adı Gulîzer bile değildir Garşa Mîro´dur. Gulîzer ismi, Dengbêj Gulê´nin kilamına uysun diye, uydurulmuştur. Yani yalandır. Ermeni katliamının ganimeti olarak bu köy Araplara verildi ve 1990´larda bu Araplar, koruculuk kimliğiyle Mûş´ta terör estirdiler. Arap aşiretin (Bidirî) ileri gelenleri, son yıllarda devletle aralarına mesafe koymaya başladılar ve bazıları asıllarının Kürd olduğunu iddia etmeye başladılar. Muş Ovası´nın tüm verimli toprakları yerleştirilen Arapların, Çerkezlerin ve Terekemelerin elindedir. Muş Ovası (Deşta Mûşê) için Kürd sözlü kültüründe Devrûberan denir. Sözlü edebiyatta bazen Dêran, Darûber, Durûberan da kullanılmıştır. Büyük ihtimalle Ava Reş ve Çemê Mûradê arasında kalan ve Muş Ovasından daha büyük bir bölge için bu isim verilmiştir. Yani „Durûberan – İki nehir arası“ ve kanımca doğrusu Durûberan olmalı. Durûberan da var bir Dêrxas, o Dêrxas´da var bir Mîro, o Ermeni Mîro´nun var bir kızı, o kızın adı Garşa. Hepsi bu. Garşa ismi Kürdçede de var, Guharşa diye. Bir aile biliyorum, Guharşa, Rubaşa isminde kardeşleri vardı.

Olay İngiliz Avam kamarasında konuşulur. İngiliz parlamenterler Kürdlerin artık cezalandırılmasını isterler. Alman imparatoru ise „İngilizler çok abartıyor“ der.

Hecî Mûsa Begê Xwêtî (Xoytî) – Hacı Musa Bey kimdir?

1855´te (Türk kaynaklarına göre 1853) Muş´un Xeybiyan (Türkçesini Ortanca yapmışlar) köyünde doğmuştur. Babası Mîrza (Mirzo) Beg´dir ve Motkî aşiretinin reisidir. Mîrza Beg Motkan ve Xelat (Ahlat) kaymakamlığı, Bitlis defterdarlığı da yapmıştır. 1885´te Bitlis´teki Türk memurların tuttuğu Kürd bir kiralık katil tarafından öldürülmüştür. Katil Kürd olduğu için bu aşiretler arasında bir kan davasına dönüşmüştür. Mîrza Beg´in ölümüyle 20 yaşındaki Musa Beg onun yerine geçmiştir. Aslında Hacca gitmemiştir, Medine´ye sürgüne yollandığı için bu ünvanı almıştır. Mêrxas biridir. Kürd beyleriyle ilişkili, Kürdlerin bağımsızlığı fikrine sempatiyle bakmaktadır. Dindardır ve cumhuriyetin kuruluşuna kadar Halife´nin Kürdlerin dostu olduğuna inanmaktadır. Kürd kadın kahraman Gulnaz Xanim, Mûsa Beg´in kızkardeşidir.

Musa Bey, Muş Mutasarrıfı Salih Paşa ile arkadaştır. Kürd törelerini bilmediği, misafirliğe gittiği evlerde uygunsuz şekilde oturduğu, kadınlara İsa´nın sıcaklığını veriyorum diye sarıldığı için misyonerlik faailiyetinde bulunan George Knapp ve Dr Reynolds´u kötü şekilde dövmüştür. Sanıldığı gibi bu hadisede politik bir yön yoktur. Ama bu misyonerleri dövdüğü için Mûsa Beg, Batı´da kötü propaganda edilmiştir. Rahip Bogos Natanyan´ı Kürdlere yönelik katliam ve çetecilik faaliyetleri için önce öldürmek istemiş, sonra Salih Paşa´ya teslim etmiştir. Natanyan İstanbul´da yargılanmış, ele geçirilen katliam planları sebebiyle ceza almıştır. Bu olay Ermeni camiasında Mûsa Beg ve Kürd düşmanlığını daha da arttırmıştır.
Andranîk ve Mûsa meydan okuması, „Andranik´in Gulosu“

Andranik Ozanyan adlı Ermeni çeteci Natanyan´ın intikamını almak için Mûsa Beg´i öldürmeye yemin içer. Biri Ewran köyünde (Mûş), biri Bitlis-Mûş yolu üzerinde iki defa pusu kurmuştur. Çıkan çatışmalarda ölenler olmuştur. Andranik Paşa´nın pek çok tecavüz ve katliamda adı çıkmıştır. Mûsa Beg´e üslubu bozuk mektuplar göndermiş. Kaçırıp tecavüz ettiği kadınların arasında Mûsa´nın sevdiği bir mellenin kızı da vardır. Cesedini vahşi hayvanlar yemiş. Mûsa Beg´den yardım istemişler. Andranik ve diğer çetelerin yaptıkları dayanılmaz hal almıştır. Mûsa Beg de onu öldürmeye yemin içmiştir. Bir takipte Muş´taki manastıra saklanan Andranik kar fırtınasından yararlanarak canını kurtarmıştır. Andranik yeni evlidir ve bir oğlu olmuştur. Türk askerleri izini sürerek Andranik´in eşini bulur ve alıp kaçırırlar. Haftalarca askerlerin arasında tutup kötülük ederler. Ermeni tarihçiler „Andranik´in karısı hastalıktan öldü“ derler. Kadın ya bir daha serbest bırakıldı yada öldürüldü. Yada kaçırıldığında nişanlıydı. Serhed bölgesinde dengbêjlerin söyledigi Gulê-Mûsa versiyonlarının birinde Gulê Andranik´in nişanlısıdır. Dengbêj Reso „Ez Guloya bavfile me, ez dergîsta Andranîk Paşayê xwe me – Ben babası Ermeni Guloyum, ben Andranik Paşa´nın nişanlısıyım“ der.

Dengbêj Sidoyê Bozo (Sidoyê Dudeng) şöyle anlatır:

„Mûsa Beg, Binxetê´de bunu gözyaşları içinde herkese anlatmış ve bu iftira yüzünden çok acılar çektiğini söylemiş. Kuran ve ekmek getirilerek yemin içmiştir. Demiş ki, benim için kızı kaçırdı, kötülük yaptı dediler. Beni nasıl vicdansızca yedi düvele karaladılar. Gelinimizi bir ay bir Kürd aileye misafir bıraktım. Din adamlarıyla mütaala ettik, nikahı nasıl kıyacağız diye ve ailesinden rıza almaya çalıştık. Olan olmuştu, Cewo cahillik etmiş gelelim ayağınıza bu meseleyi sulh içinde çözelim diye haber yolladık ailesine. Kürd geleneklerinde ve Kürd ahlakında kadın leçek kaldırır, savaşlar biter. Nasıl olur ben dövmüşüm, işkence etmişim!? Hiçbir Kürd ağası yada beyi, hatta hiçbir aklı başında Kürd elin kızını, kadınını dövmez, zira o kişi alay konusu olur, itibarı biter. Kabul ettiler, altın istediler verdik ve sonra kilise devreye girdi, mutassarıfa, ta sultana bile şikayet oldu. Ben Ermenilere şaşırmıyorum, onlarda vefa ve ar yoktur. Türkler hakikati biliyorlardı, bunun uydurma oldugunu biliyorlardı. Sultan Avrupalılara iki laf edemedi, beni üç kuruşa sattılar Avrupalılara, bu da Türklere güven olamayacağını bana gösteren bir musibet oldu.“
Natanyan´dan dolayı Batı kamuoyu Osmanlıya baskı kurar ve Mûsa Beg´e iki sene Mûş, bir sene de Bitlis´te göz hapsi verilir. Batılılar daha fazlasını isterler ve başarırlar. Ermeniler korkunç yalanlar uydurur, mahkemeyi dilekçe yağmuruna tutarlar.

Türk kaynakları şöyle yazar:

„Muş'a gelen müfettişi İbrahim Bey'in yanına giden Musa Bey İstanbul'da yargılanmak istemiş ve talebinin kabul görmesi üzerine de 24 Haziranda İstanbul'a gitmistir. 1890 yılı Kasım ayında adam dövme, korkutarak ölüme sebep olma, gasp, tecavüz, yağma, malı yok etme, adam öldürme gibi beş ayrı suçtan yargılanmaya başlamıştır. Bu esnada Osmanlı Hükumetince baskılar nedeniyle yargılama sürerken, tutuksuz yargılanan Musa Bey'in Medine'de göz altında tutulması yönünde karar almıştır. Yapılan yargılama sonucunda ise Musa Bey delil yetersizliğinden suçsuz bulunmuştur.

Musa Bey uzun süre Medine'de kaldıktan sonra 1895 yılının Kasım ayında Medine'den firar etse de Kerbela taraflarında yakalanarak yeniden Medine'ye gönderilmiştir. 1904 yılında ise Şam'a yerleştirilmiştir. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla affedilen Musa Bey, topraklarına dönerek yeniden aşiretinin başına geçmiştir. Bu esnada bölge kaotik durumda olup Ermeni komitacılar ayrılıkçı faaliyetlerini silahlı bir mücadeleye dönüştürmüştü. Ermeni Patrikanesi bölgedeki Ermeniler'e karşı adam öldürme, yaralama, gasp ve ev yakma gibi eylemler arasında bulunanlar arasında Hacı Musa Bey'in de olduğunu belirterek onu suçlamıştır. Dahiliye Nezareti ve Bitlis Valisi tarafından kendisinden başka bir şehirde yaşaması istenmişse de bunu kabul etmeyen Musa Bey, Ermeni çeteleriyle mücadelesine devam etmiştir. Ermeni Patrikliği 1912 yılı Ağustos'un da Bitlis'te Kürt çetelerin saldırılarını gerekçe göstererek hükümette şikayette bulunmuş ve Bitlis Vali Vekili Yahya Bey'de bölgedeki huzurun sağlanabilmesi için sürgün edilmesi gerekenler arasında Hacı Musa Bey'i de göstermiştir. Hacı Musa Bey, 1913 yılı Temmuz ayında hükumete düzeni bozacak hiçbir faaliyette bulunmayacağı teminatı vermesi üzerine bölgede kalabilmiştir.

I. Dünya Savaşı esnasında Mutki Aşiret Reisi sıfatıyla görülen Musa Bey, diğer nüfus sahibi yerel liderlerle birlikte milis kuvvetleri oluşturarak Ruslar'ın ilerleyişini durdurmaya çalışmıştır. 3 Mart 1916’da Bitlis'i işgal etmesi sonrasında ise Mutki mıntıkasını Rus saldırıları ve Ermeni çetelerinin baskınlarından korumakla görevlendirilmiştir. Bu sırada Bitlis ve Muş'u kurtarmak için Mustafa Kemal Paşa 16. Kolordu Komutanlığına getirilmiştir. Osmanlı ileri harekatında başında bulunduğu milis kuvvetleriyle katılan Musa Bey, Mutki mıntıkasındaki harekatıyla Osmanlı kuvvetine destek olmuş ve 8 Ağustos 1916'da Bitlis düşman işgalinden kurtarılmıştı. Bu esnada Musa Bey ile Mustafa Kemal Paşa yakın irtibat içerisinde bulunmuş olup, ileriki yıllarda bu ilişki sayesinde Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarında çeşitli görevlerde bulunmasına vesile olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa tarafından Erzurum Kongresi'ne davet edilmekle birlikte kendisi toplantıya katılamamış ancak kongrenin son günü olan 7 Ağustos 1919 tarihinde gerçekleşen oylamada dışarıdan aday gösterilerek Bitlis Vilayeti'ni temsilen Heyet-i Temsiliye üyeliğine seçilmiştir. Gazi Mustafa Kemal'in Nutuk adlı eserinde kendisine çektiği telgraf ve Mutki'li Aşiret Reisi olarak bahisler mevcuttur.“

Mustafa Kemal´i protesto eder

Mûsa Beg cumhuriyetin ilanından sonra Türklere mesafeli olmuş ve çoktandır Kürt İstiklal Komitesi üyesidir. Kürd beylerinin elini öpen Mustafa Kemal Mûsa Beg´e de mektuplar yazar Erzurum ve Sivas kongrelerine davet eder. Türk devleti Mûsa Beg´in yazdığı cevabî mektupları hala saklı tutar. Mûsa Beg „Kürdistan´ın artık Türkiye´den ayrılması gerektiğini, bu prensibi kabul ederse cumhuriyete her türlü desteği vereceğini“ söylemiştir. Mustafa Kemal ise „Cumhuriyet Kürdlere muhtariyet verecektir, sabretmeli“ vs yazmıştır.

1923 yılında Türk gazetelerinde Kürdçülük yaptığı yazılır. 20 Aralık 1924'te Kürdçülük iddiasıyla tutuklanarak Bitlis'te vatana ihanet suçlanmasıyla yargılanmaya başlanmıştır. Ondan korkan Mustafa Kemal´in girişimiyle suçsuz bulunarak serbest bırakılmıştır. Şêx Seîd isyanına Azadi Örgütü mensubu olarak aşiretiyle büyük destek verir. İsyan yenilgiye ugradığında Kayseri´ye sürgüne yollanır. Oradan kaçıp Xerabkort köyü üzeri Rojava Kürdistanına, Binxetê´ye geçer ve Xoybûn üyesi olarak Ağrı İsyanına hazırlık yapar.

Türk devlet geleneğinde var, her isyancı Kürd ailesinden bir devlet yanlısı, işbirlikçi çıkarmak. Binxetê de Qamişlo´ya yakın Dugir köyünde, İngiliz esaretindeyken kaptığı bir virüs yüzünden immün sistemi çöken Mûsa Beg kısa sürede vefat eder. İngilizler yakaladığında, Türk hükümetinin ricasıyla İngilizler tarafından zehirlendiğine dair duyumlar var. Ama devlet onu ve Kor Huseyin Paşa´nın ailesini birbirine kırdırmayı başarır. Bu olay başka bir çalışmada yayınlanacaktır. Mezarı Girê Dugirê´dedir. O şimdi Haco, Arif Begê Ebbas Silêmanê Ebbas, Ebdurehman Axayê Eliyê Ûnis, Dr. Ehmed Nafiz (Dr. Nûreddîn Zaza´nın kardeşi), Hemze Begê Miksî, Dr. Qasim Miqdad Cemîl Paşa, Hesen Hişyar (Mele Hesenê Kurd) ve diğer Kürd mêrxasları arasında yatıyor.

Sasanî, İlkhanlı´dan Azerbaycan´ın kolonisi olmaya

Ermeni devlet aklı medeniyetle sorunludur. Bugün Ermenistan´da Kürdlere karşı hastalıklı bir düşmanlık vardır. Ermeniler bu düşmanlığın Sasani İmparatorluğu´nu yıkmak için Araplara koruculuk ve kılavuzluk yaptıklarında da, İlkhanlı (İlhanlı) Moğollarına Kürdleri şikayet edip onları Kürdistana yönlendirdiklerinde de Kürdleri yokedeceğini sanıyorlardı. Kaybeden hem kendileri olmuştur. Ve şimdi Ermenistan bu son Karabağ yenilgisinden sonra Azerbaycan´ın bir kolonisi durumuna düşmüştür. Psikolojik harp sadece hedeflenen kitleye zarar vermez, bumerang gibi kaynağa yönelir, kaynağı kurutur. Olmasaydı Naziler başarırdı. Olmasaydı Türk devleti Kürdleri bitirirdi. Tanrıya taptıkları gibi taptıkları İngilizler, Avrupalılar onları Türklere yokettirdi. Ruslar onları Azerbaycan´a koloni yaptırdı.

Kürdlerin Gulosu olmaz. Kürd kızları kendilerini dağlardan nehirlere atarlar

Ermeni çeteleri binlerce, onbinlerce tecavüz yaptılar. Kürdün aklına bu kızları kullanmak, İngiliz gazetelerine resimlerini göndermek gelmez. Çirkin bulur. Hiçbir Kürd kızı da Gulo olmaz. Dağa çıkar, pençeleriyle düşmanına saldırır. Başaramazsa Mûnzûr´un, Mûrad´ın soğuk sularına bırakırlar kutsal bedenlerini.

Özeti
1- Gulo tıpkı kemalistlerin Fadime Şahin´i gibi kullanılmış bir psikolojik harp metodudur. Gulo için bestelenen acıklı hikayeleri, Dengbêj Gulê çok çok önceleri yapmıştır, Hecî Mûsa Begê Xwêtî / Xoytî ile alakası yoktur.
2- Bu kilamın orjinalinde kaçıran şahıs Hecî Mîso denen Kars vilayetinde mükim bir yaşlı Osmanlı beyi yada memurudur.
3- Hecî Mûsa Beg (Hacı Musa Bey), Gulo yada herhangi bir Ermeni kızını kaçırmamıştır. Kaçıran Cevahir (Cewo)´dur.
4- Hecî Mûsa Beg´in kardeşi Cewo´nun kaçırdığı kızın adı Garşa’dır, Garşa Mîro.
5- İngiliz basını ve Ermeni diasporasının iddia ettiği gibi Hecî Mûsa Beg´in 4 karısı yoktur. Ömrü mücadele ve sürgünlerle geçen birine bu yapılmaz. Onun ailesi, torunları, akrabaları hayattadır.
6- Ermeni diasporası değişik resimler kullanmıştır, Gulo diye. Hiçbiri birbirine benzemiyor. İngiliz basınına verilen resimde gözleri kör biri, torununun yazdığı kitapda gözleri çakmak çakmak, başka yayınlarda da tamamen değişik resimler kullanılmıştır. Çünkü yalanın bacakları kısadır, fazla yürüyemez.
7- Gülizer (Gulo) diye piyasaya sürülen Garşa Mîro´nun bir eli yağda bir eli balda olmuş, İstanbul - Paris arası keyif içinde yaşamıştır. Meclisi Mebusan üyesi Keğam Der Garabedyan´ın ölümünde Ermeni çetecilerin bir rolü var mıdır, bilmiyorum. Kocası hakkında başkaca da duyumlar vardır, ama emin değilim diye yazmıyorum.

RAWESTE ey Ermeni kardeşim, komşum. Hecî Mûsa Begê Xwêtî gibi soylu ve yiğit bir şahsiyete iftira ettiniz. Kürd aldatılır ama aldatmaz. Garşa, Bêrîvan, Ayşe, Anna, Irina, Fatma… Tüm kadınlar annedir, kardeştir, evlattır. Savaşlarda sivillere saldıranlara lanet olsun. Zaten öldürdünüz, cesedini parçaladınız Cevahir´in. Dileyecek bir özürü kalmadı onun. Ermeni diasporası, İngiliz Avam Kamarası ve Avrupa basını Hecî Mûsa Beg´e ve onun yaşayan evlatlarına özür borçludur. Ermeniler Türk devlet aklını taklit etmeyi bırakmalı, Kürdlere düşmanlıktan vazgeçmelidir. Kürdlerin koruması kalkınca bir koloni durumuna düştüler. Kürdler arkadan hançerlenmeyi unutmazlar.

Dara Gimgimî

Not: Bu makale önce Kürdçe yazıldı. Bazı Türkçe yazan Kürd siteleri „Türkçesini yaz, yeni nesiller bilsin, yayınlayalım“ dediler ve yayınlamadılar. Sebebi Ermenilere yalancı demişim. Yani ambargo uyguladılar. Ben de buradan paylaşıyorum, Kürd kemalist partilerinin ve onların sitelerinin cani cehenneme.

Musa Beg'in Türbesi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SEÎDÊ ERTOŞÎ


Serheng Seîdê Ertoşî, Mîralayê Simbêlreş (1863-1940)
Bi romîkî/tirkî navê wî kirin Sait Karabıyık. Şoreşger û serfermandarekî kurd bû.

Di sala 1863an de li Payîzavaya Wanê hatiye jiyanê Ji eşîra Ertoşî Mamedpîran bû. Di dibistana eşîrî ya osmaniyan de dixwîne. Ew demekî li Şamê erka leşkerî de dixebite. Dema ku Şerê Cîhanî yê Yekem diqevime vedigere Wanê, fermandariya artêşa siwariyên ertoşî dike.

Li dijî rûsan şer dike û paye (rûtbe) wî dibe serheng/mîralay. Dikeve nav hewldana rêxistina kurdan, piştgirtina serhildanên kurd dike. Serheng Seîd ji bo neteweya kurd dest bi xebatê dike.

Di sala 1922an de tevlî rêxistina Azadî dibe, di warê birêxistinê de ristek mezin dilîze. Lê mixabin hîn derfetên lêkolînên li ser vê rêxistinê kêm in ku hîn gelek tişt baş nayê zanîn.

Pişt ve de diçe Şamê û salên dirêj lêrê xebata neteweyî dike. Vedigere Kurdistanê piştgirtina serhildana Şêx Seîd dike. Piştî têkçûnê bo demekê fîrar dimîne, lê Mustafa Kemal Atatürk ji ber hêz û girîngiya eşîra Ertoşî, xeberê dişîne ku ew dê bê azadkirin. Serheng Seîd bi viya bawer dike û dema tê dest-lingên wî girêdidin û davêjin zîndanê. Di zîndanê de ji ber êşkenceyan tenduristiya wî xirab dibe û ji ber ku dê bimire serbest tê berdan.

Bi azadkirine ve tenduristiya wî baş dibe û dikeve xebatan ku alîkariyê bide Komara Agiriyê û piştre jî Seyîd Riza. Birîndarên Dêrsimê bi dizîka direvînin û li zozanan derman dikin. Carekê ji aliyê bijîşkek Tirk ve tê jehrkirin, felcê derbas dike. Wî doktorê ceza dikin.
Dawiya temenê xwe de rêbertiya eşîra ertoşî dike, bîranînên xwe dinivîsîne. Di sala 1940î de li Wanê jiyan xwe dide. Gora wî li gundê Zaxosk a Payîzavayê ye.

Ji gotinên Simbêlreş: "...Heya ku me pêderxist dîn û îmanê Tirkan nîne, dîn û îmana me ji dest çû. Heya me pêderxist bextê Romê nîne, bextê me ji dest çû. Heya me pêderxist Kalê Pîran (Şêx Seîd) Bedîûzeman e, bê gor û kefen ji destê me çû.....Yên ji destên me çûne divê teqez li me vegerin. Kurd xwedî wê xezîneyê ne ku hezar caran têk biçin jî li ser ariya xwe şîn dibin..." (Mîralay Seîdê Simbêlreş (1930), Bîranî, Şam)

Arşîva Dara Gimgimî 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NAHÎDA

An Nahîda, Annahîta yek ji xwedayiyên Aryanî ("Îranî") ye ku îro jî navê wê li keçikan tê danîn (Nahîde, Nahîdo, Nadê, Nado). Bêyî zanebûn dibêjin qey ev nav ji erebî/îslamî hatiye, lê ne rast e.

Xwedaya hêza zayendiyê, (Fertility) avê, deryaya esmanî, ducanîbûna jinan, duristî, parastina rûmet û bêhna jinê/dayikê ye.

Di Avestayê de wekî "Ardvî Zura A Nahîta" derbas dibe. Di kurdiya dema sasaniyan de Ardwisur Nahîd" û piştî hatina Îslamê jî wekî Nahîde bo navê keçikan maye. Ji viya bi forma Nahîd navê zilaman jî heye lê ev ji erebî tê û eleqeya wê bi Anahîtayê nîne.

Watenas dibêjin Ardvî Zora A Nahîta, tê wateya:
-- Ardvî, nerm wekî arê volkanê yê diherike, nerm wekî ava ji agirê, îro jî wekî avî/şil/biav tê bikaranîn
-- Zura, tê wateya zor, bi zorê, zordar, desthilatdarî
- A, îro jî a, ya, bo mînak a min, ya te
-- Na, îro jî na, daçeka negatîvê bo mînak na+be, ne+hat
-- Hîta, di Avestayî de tê wateya xeta, şaşî, leke, qisûr

Bi giştî "Xwedayiya bê leke, bakîre ya him nerm û bi rehm e, him jî bo rehm û merhametê biparêze dikare hêza zordariyê jî bikarbîne".

Tê zanîn di kûltûra Ariyan de ji çar elementên pîroz ên xwezayê yek jî av e. Mirov dikare Anahîtayê wekî Yezda (yezeta, milyaket) a avê jî bibîne.

Wekî jineke rind, nîvtazî, dayikeke pêsîrên wê bo dergûşê bimijîne li derve ye tê taswîrkirin.

Wêne kûpek bronzî ji dema împeratoriya Kurdî Sasaniyan.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne ŞEMS divê bêjin ROJ

Şems ne xwedayiyê aryanî, yê samî'yaye. Şamaşa di mîtolojiya Akadî, Babîlî de xwedayiyê edalet û rastiyê ye.
Tê zanîn ku Sîmêrî (Sumer) bi eslê xwe aryanî/kurd bûn û di wan de xwedayê bi rojê dihate binavkirin Ûtû (kurdiya îro hût, gir, mezinê tavê, mezinê tîrêjên rojê, hûtê tavê) bû. Dibêjin ev derbasî samiyan bûye û Ûtû bûye Şamaşa ango Şems.
Xwedayiyên aryaniya dihatin hezkirin û ji mirovan dixwestin ku mirov bi wan bawer bikin ji wan hezbikin. Lê xwedayiyên samiyan mirov ditirsînin û ji mirovan re peyaman dişînin ku heger mirov bi gotina wan nekin ew ê dê xirabî bikin, qeza û belayan bînin.
Şamaşa kurê xwedayiyê heyvê Sîn e. Birayê Îştarê ye.
Êzîdî ji ber tesîra kûltûra erebî û bera şêxên xwe di çerxa demê de hêdî hêdî sîmbol, leheng û pîroziyên aryanî bi navên Samî binavkirine. Divê civaka ruhaniya êzîdiyan di vî warî de ronesansekê bike. Em dizanin ku di navbera ziman û ramanê de têkiliyeke rasterast heye. Heger di kodên ziman de şaşî û tevlîhevî hebin, ev tesîra xwe li ramanê jî dike.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 




KURDISH AUTHORS

 

 

 

 

 


Foundation For Kurdish Library & Museum