ZEKÎ ADSIZ

Siyasetvan

Home  |  Destpêk  |  Ana Sayfa

 

 

 

1948 - 1990

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bo temaşekirina FOTO'yan:

BITIKÎNE VIR

 

 

 

 

 

 

Zeki Adsız 10.1.1948 yılında Çevlik’te (Çolik/Bingöl) doğdu. Altı çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğuydu. Bingöl’ün tanınan simalarından biri olan babası Çerkez Adsız, Bingöl merkez ilçesine bağlı Kasman mezrasındandı. Annesi Fatma Adsız (Aymaz) Bingöl’ün tanınmış şahsiyetlerinden Ahmet Qazi’ın kızıydı. Zeki, annesini küçükken yitirdi; babası H.Çerkez ise 1982’de vefat etti.

ÇOCUKLUĞU VE İLK GENÇLİĞİ
Zeki’nin çocukluğu Eski Bingöl’de, Aşağı Çarşı’da geçti. Pratik zekası, fedakarlığı ve atılganlığıyla tanınan bir çocuktu. Ölümünden sonra açılan taziye defterine: ”sen o zaman da önderimizdin” diye yazan bir çocukluk arkadaşı, onun bu özelliğini dile getiriyordu.
   Zeki ilk öğrenimini Sarayiçi İlkokulunda, orta öğrenimini Bingöl Lisesinde tamamladı. Okul hayatı zorluklarla doluydu. Başeğmez kişiliği onu, otoriter okul yönetimleriyle karşı karşıya getiriyordu. Lise ikinci sınıfta okuyorken okul yönetimiyle çatışıp sürgün edilmesi bunun sonucuydu.

   1964-65 öğretim yılında, bu sürgün nedeniyle, Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesinde okudu. Diyarbakır’dayken teyzesi Sabriye Bazancir’in evinde kalıyordu. Aynı dönemde diğer teyzesinin oğlu Sait Aymaz Diyarbakır Eğitim Enstitüsünde öğrenciydi. Zeki’nin siyasete ısınması, okul öğrenci temsilciliğine aday olan teyzesinin oğlunu desteklemek yolunda yürtüttüğü kulis faaliyetleri ve kavgalarla başladı denebilir.
    Okul sürgünü bir yıl sürdü. Lise son sınıfta yine Bingöl’deydi ve yine başı beladaydı: Sonradan dost ve arkadaş olacağı Katip isminde bir gencin yaralanmasına sebep olmuştu. Bu nedenle çarptırıldığı 4 yıl, 4 ay, 15 günlük hapis cezasının büyük bölümünü Bingöl Cezaevinde geçirdi. Cevval kişiliği, haksızlığa boyun eğmeyen karakteri cezaevinde de onu ödüllendirmeye ve cezalandırmaya devam etti. Koğuş ağalarına ve cezaevi yönetiminin haksız uygulamalarına karşı yoksul ve dürüst mahkumları korudu, onların güvenini ve sevgisini kazandı. Ancak bu güzelliklerin bedeli yüksekti: Yönetimle çatışmak, bu çatışmalarda bir gardiyanın yaralanması, ve bütün bunların neticesinde yasal hakkı olan ceza indiriminden men edilip Solhan Cezaevine sürgün edilmek. 

    Zeki, 12 Mart askeri darbesi gerçekleştiğinde hala cezaevindeydi; fakat hapislik süresini bir olanağa çevirmeyi bildi: Bol bol okudu, dışardan lise sınavlarına girerek jandarma gözetimi ve kelepçe şakırtıları arasında liseyi bitirdi, ve İstanbul Basın Yayın Yüksek Okulu’na kaydını yaptırdı. Cezaevinden çıkar çıkmaz da ilk yılın birikmiş derslerini vererek yıl kaybını telafi etti.
   Yüksek okul hayatında sadece öğrenci olarak değil sosyal olarak da hayli aktifti. Diğer şeylerin yanı sıra okul derneğinin kuruluş çalışmalarına katıldı, derneğin yönetiminde yer aldı ve bu dernek adına geceler düzenledi.

EVLİLİK, EŞİ VE ÇOCUKLARI
Zeki’nin eşi Şadiye’yle evlenmesi de bu döneme denk gelir (1972). Burada bir parantez açıp Zeki’nin eşinden ve çocuklarından söz edersek, kısaca şunları söyleyebiliriz: 
    Şadiye Adsız, Bingöl’ün Dügernan köyünden Filit ve Sabriye Bazancir çiftinin kızıdır. Bazancirler, Bingöl’ün ileri gelen ailelerinden biridir. Sabriye Hanım, Zeki Adsız’ın teyzesidir. 
    Şadiye Adsız 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra yurtdışına kaçmak zorunda kaldığı tarihe kadar ilkokul öğretmenliği yapmıştır. Gerek 12 Eylülden önceki çalkantılı dönemde, gerekse Almanya’daki mültecilik yıllarında Zeki’nin sadece eşi değil, yoldaşlarından biri olmuştur. Eşinin ölümünden sonra da, şanına yakışır biçimde, Zeki’nin anısına sahip çıktı, çıkıyor. Bu satırların yazıldığı sırada Almanyada öğretmen olarak çalışmaktaydı. 

    Zeki ve Şadiye çiftinin iki çocukları vardır. Oğul Filinta 1974’te doğdu, ve çalkantılı bir dönemin önder devrimci kadrolarından birinin çocuğu olmanın getirebileceği bütün zorlukları yaşadı. 12 Eylül darbesinden sonra annesi ve küçük kız kardeşi Şervan’la birlikte yurtdışına çıktı. Almanya’da üniversitede ekonomi okudu. Ön lisans eğitimin ardından ticarete atıldı. Halen babasının anısına ve değerlerine saygılı bir genç olarak Almanya’da ticaretle uğraşmaktadır. 
    Zeki ve Şadiye çiftinin küçük kızları Şervan ise 1980 yılında doğdu. Bebekliği ve çocukluğu kaçaklık ve sürgün yıllarının acıları ve sıkıntılarıyla doludur. Babasını geç buldu, erken kaybetti. Ama zorluklar onu yıldırmadı. Okuyan ve sorgulayan bir çocuk olarak, azimli ve kararlı bir biçimde, geçmişi unutmadan ama hep geleceğe bakarak yürüdü. Almanya’nın Köln Üniversitesinde Hukuk okudu. Bu satırların yazıldığı tarihte Köln’de avukatlık stajı yapmaktaydı. 
    Zeki’nin eşi ve çocuklarıyla ilgili bu küçük parantezi kapatıp onun gençlik dönemine dönersek:

 
KÜRDİSTAN’A DÖNÜŞ VE İLK ÖRGÜTLÜ FAALİYETLER
Zeki Adsız, üniversite eğitimini bitirdikten sonra Bingöl’e döndü ve mahalli bir gazete olan Ikbal’de redaktör ve köşe yazarı olarak çalışmaya başladı. Bingöl’de ilk kez köylülerle röportaj yapıp yayınlayan gazeteci odur. Mesleğini, haksızlıklara karşı mücadelede bir araç olarak kullanıyordu. Bingöl depreminin (1971 depremi) yıkıntılarından keselerini doldurmaya çalışan mahalli yöneticilere ve tefecilere karşı aktif bir mücadele verdi. Yazılarında hileli konut yapımı ve dağıtımıyla ilgili haksızlıkları dile getirdi. Ve bu yazılarından ötürü hakkında davalar açıldı. 
    Legal siyaset alanında da hareketliydi. Dönemin sosyal-demokrasiye kayma eğilimi gösteren CHP’si 1973 seçimleri öncesinde genel af türünden bazı demokratik vaadlerde bulununca, CHP gençlik kollarında çalışmaya başladı. Bir süre sonra Bingöl CHP Gençlik Kolları Başkanıydı. Bu görevdeyken Bingöl gençliğinin politize olmasına ve örgütlenmesine öncülük etti. Örgütçü ve çalışkan yapısı, onu, kısa sürede 40 kişiden oluşan CHP Parti Meclisi üyeliğine götürdü. 
    Fakat Zeki Adsız’ın bütün siyasi faaliyeti CHP içinde yürüttüğü legal çalışmalardan ibaret değildi. O, genel olarak Türkiye’deki toplumsal sorunların, özel olarak da Kürt sorununun ele alınılışı ve çözümü konularında CHP’den daha radikal bir çizginin ve eylem hattının taraftarıydı. Öte yandan 1973 Seçimleri ve onu takiben ilan edilen Genel Af’la birlikte Türkiye’de ve Kürdistan’da devrimci muhalefetin örgütlenme süreci de hızlanmıştı. Zeki, kendi düşünce yapısı ve eylem tarzına daha yakın olan bu akımın içinde yerini almakta gecikmedi, ve 1974’den itibaren illegal olarak faaliyet sürdüren Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi (TKSP) içinde çalışmalara başladı. 
    O, bu yoğun faaliyetliliğin içindeyken, gazetede yayınlanan yazılarından ötürü açılan davalardan biri sonuçlandı ve dönemin ana muhalefet başkanı Süleyman Demirel’e hakaretten suçlu bulunarak 10 ay hapis, 6 ay sürgün cezasına çarptırıldı. Devam eden diğer davaların nasıl sonuçlanacağı ise bilinmiyordu. Sessizce oturup gelecek cezaları beklemek teslimiyetçilik olurdu. Zeki, çareyi mücadelesine yeni alanlarda devam etmek üzere, çok sevdiği Bingöl’ü terk etmekte buldu. Tek teselli kaynağı, kendisinden doğacak boşluğu dolduracak bir örgütlenmeyi yaratmış olmasıydı: Aradan geçen süre içinde TKSP’nin faaliyetlerini sürdürecek kadrolar yetişmiş ve TKSP’nin politikaları doğrultusunda hareket eden görece geniş bir çevre oluşmuştu. TKSP, Bingöl’de politik yaşamı etkileyen bir güç konumuna ulaşmış sayılırdı.

    1970’lerin ortalarına doğru Zeki legal ve illegal çalışmayı harmanlayarak çalışan bir gençlik önderiydi artık. Demokratik, sol, ve sosyalist hareketin 1973-74 yıllarında gözle görülen yükselişinin Bingöl’deki ateşleyicilerinden ve taşıyıcılarından biriydi. Bu dönemde tüm maddi olanaklarını kendisi yaratarak Bingöl’de kurduğu DENG kitabevi [sağdaki resim] girişimi oldukça önemlidir. DENG; sol yayınlar açısından yörenin en zengin kitabeviydi; Bingöl gençliğinin okuma alışkanlığını geliştirdi, ve yeni neslin politik olarak daha ileri bir çizgiye, sola ve sosyalizme kanalize olmasında katkıda buludu. Fakat Kürt sorununda taşıdığı radikal görüşlerle üyesi olduğu CHP’nin görüş ve eylemlerini bağdaştırmak zordu. Nitekim CHP Tüzük Kurultayında savunduğu görüşlerden ötürü, Ecevit ve çevresinin hışmına uğradı; ve CHP’den koptu. 

    Zeki bir süre sonra Bingöl Bayındırlık Müdürlüğüne işçi olarak girdi. Buradaki hedeflerinden biri de, inandığı sosyalist dünya görüşüne uygun olarak, işçilerin örgütlenmelerine yardımcı olmaktı. Nitekim kısa süre içinde BAY-SEN’in (Bayındırlık ve Yapı İşçileri Sendikası) Bingöl şubesini örgütledi. Aynı şekilde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’e bağlı GENEL İŞ (Türkiye Genel Hizmet İşçileri Sendikası) ve GIDA İŞ’in (Türkiye Gıda Sanayii İşçileri Sendikası) Bingöl’deki örgütlenme çalışmalarına yardımcı oldu. İdeolojik ve politik olarak bilinçli, ve pratikte deneyimli bir aktivist olarak Bingöl’de sınıf sendikacılığının gelişmesine önderlik etti.

 
TÜRKİYE KÜRDİSTANI SOSYALİST PARTİSİ (TKSP) 
TKSP’yle birlikte çalışma tercihi, Zeki Adsız’ın yaşamındaki en önemli kilometre taşlarından birini oluşturur. Çünkü bu tarihten sonraki yaşamı, büyük ölçüde bu partinin faaliyetleri ve kitlelerin bu partinin politikaları doğrultusunda örgütlenmesi çabası tarafından belirlenmiştir. 1982 Temmuzunda TKSP’yle yollarının resmen ayrılmasına kadar devam eden bu süreç, bazen legal, bazen yarı-legal, bazen de illegal biçimler alan zorlu bir süreçtir ve sevinçleri, umutları, coşkuları, hayal kırıklıkları ve yenilgileriyle burada yayınladığımız yazılarında da kendisini dışa vurur. Özellikle de parti içi sorunları ele aldığı TKSP kurullarına hitaben yazdığı yazılarda.

   Zeki, partinin değişik kademe ve alanlarında görev almış fedakar, çalışkan, cesur ve atılgan bir militandı. Bu özellikleri onu parti içinde öne çıkarmış, ve partinin Merkez Komitesi (MK) üyeliğine getirilmesine yol açmıştı. Zeki Adsız Bingöl’den ayrıldıktan sonra yaptığı ilk işlerden biri, o sırada parti tarafından Türkçe-Kürtçe olarak yayınlanmakta olan Özgürlük Yolu dergisinin yayın ve dağıtım faaliyetlerine katılmak oldu. Özgürlük Yolu, 12 Mart Cuntasından sonraki dönemde (Haziran 1975) çıkarılan ilk legal Kürt dergisiydi ve cüretli bir girişimdi.

    Zeki, bir yılı aşkın bir süre TKSP’nin İstanbul biriminde çalıştı. Daha sonra Diyarbakır’a geçti. TKSP, 1977 yerel seçimlerinde Diyarbakır belediye başkan adayı olarak Mehdi Zana’yı deskteklemeye karar vermiş, ve seçim çalışmalarına katılmak üzere birçok öncü kadrosunu Diyarbakır’a getirmişti. Zeki de bu ajitatörlerden biriydi. Çalışmalar sonuç verdi ve Mehdi Zana belediye başkanı seçildi. Ancak bu arada Zeki Adsız kesinleşen 10 aylık hapis cezasını çekmek üzere tutklandı.    Cezaevinden çıktıktan sonra 6 aylık sürgün cezasını Diyarbakır’da çekti. Böylece TKSP’nin örgütsel ve politik faaliyetlerinin bir parçası olarak, daha evvel Bingöl’de başlattığı sendikal çalışmaları daha üst bir düzeyde ve Diyarbakır’da sürdürmeye başladı. Kürdistan’daki işçi sınıfı arasında partinin ideolojik ve politik etkisini arttırmayı hedefliyordu.

   Nitekim kısa bir süre sonra belediye işçilerinin sendikası olan GENEL İŞ’in Diyarbakır Şube Başkanlığına seçildi. Sınıf sendikacılığının gelişmesi ve işçilerin örgütlü mücadeleye katılımı için olağanüstü bir çaba harcadı. Sınır tanımaz fedakarlığı ve dinamik çalışmasıyla kısa sürede, yalnız Diyarbakır’da değil, tüm bölgedeki işçi sınıfının güvenini kazandı ve Kürdistan işçi sınıfının önderlerinden biri konumuna yükseldi. 6 Mayıs 1979 günü yapılan DİSK 10. Bölge Temsilciliği seçimlerinde adaylığını koyması bunun bir ifadesiydi. Kuzey Kürdistan’ın büyük çoğunluğunu kapsayan, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Bingöl, Elazığ, Muş, Van, Siirt, Bitlis, Malatya, Adıyaman, Dersim ve Hakkari’den seçilip gelen 63 delegenin katılımıyla gerçekleşen seçimde Zeki, oyların üçte ikisini alarak DİSK 10. Bölge Temsilciliğine seçildi. 

    Zeki’nin bu seçimde yaptığı konuşmadan elimizde kalan aşağıdaki sözler hem o dönemin ideolojik ve siyasal atmosferini ve Zeki’nin işçi sınıfı sorunlarına yaklaşım tarzını, hem de onun yaşanmakta olan süreci nasıl kavradığını yansıtması bakımından dikkat çekicidirler: 
    “Devrimciler, işçilerin birliği ve sınıf kardeşliğini ağzından düşürmeyen, özünde işçilerin birliğini bozup onları birbirine düşürenlere karşı uyanık olmalıdırlar.” 
    “Türkiye, ciddi bir bunalım süreci yaşamaktadır. Ezilen sömürülen geniş halk yığınlarıyla, sömürgeci burjuvazi arasındaki çelişkiler giderek sertleşmektedir. Burjuvazi sömürüsünü arttırmak için işçi sınıfına, emekçi yığınlara ve bu arada özellikle halkımıza yönelik baskı ve terörü arttırarak faşist bir dikta kurma yolunda yoğun çabalar içindedir.” 
    Gelişmeler Zeki’yi haklı çıkarmıştı. Sıkıyönetim ilan edilmiş, baskılar yoğunlaşmıştı. Öte yandan Kürt ulusal hareketi içindeki bölünme ve çatışmalar da derinleşiyordu. İrili ufaklı birçok grup bir yandan Türk sömürgeciliğine karşı mücadele ederlerken, diğer yandan da birbirlerine karşı etkinlik mücadelesi veriyorlardı. Gruplar ve kişiler arası çekişmeler artıyor, bazen yıkıcı bir hal alıyordu. TKSP ile seçimlerde desteklediği Diyarbakır belediye başkanı Mehdi Zana arasındaki çekişmeler de bu tür istenmeyen çekişmelerden biriydi. Diğer faktörlerin yanı sıra bu çekişmenin de etkisiyle belediye işçilerinin örgütlü bulunduğu Genel-iş Diyarbakır şubesi, Diyarbakır belediyesine karşı grev kararı aldı. Bir işçi önderi olarak Zeki Adsız, Diyarbakır’ın bu en uzun süreli kitlesel grevinin de önderlerinden biriydi. Yayınladığımız yazılarında onun bu çekişmeyi hangi bakış açısıyla ele aldığını ortaya koyan bazı değiniler de bulacaksınız. Bunları yayınlamaktaki amacımız, bu çekişmede kimin haklı olduğuna dair bir tartışma yaratmak değildir. Amaç, bütün yönleriyle Zeki Adsız’ın, ve onun temsil kabiliyeti ölçüsünde de dönemin Kürt hareketinin tarihsel gerçekliğini ortaya koymaktır. 
    Zeki Adsız, kişilik olarak inandıklarını doğrudan söyleyen bir insandı. Yazıları, onun bu özelliği hakkında yeterince ipucu veriyor. Diyarbakır belediyesinde yaşanan çekişmelere ilişkin değerlendirmelerinde de bu niteliğini gözlemek mümkündür. 
    Hiç kuşku yok ki Zeki Adsız, TKSP’nin en kararlı ve en fedakar önderlerinden biriydi. Sıkıyönetimin ilanı ve rejimin artan saldırıları onu çalışmalarından alıkoyamadı. Legaldeki sendikal mücadeleyle illegaldeki parti mücadelesini birbirleriyle uyumlu biçimde ve kesintisiz olarak devam ettirmeye çalıştı. Sıkıyönetimin bütün engellerine rağmen 1979’da 15-16 Haziran eylemlerinin 9. yıldönümünde sendikanın Bölge Temsilciler Meclisini toplaması ve geniş bir kitle katılımıyla faşist baskıları kınama eylemini örgütlemesi, bu çalışma tarzının örneklerinden biridir. 
    Zeki Adsız, bu protesto eyleminden hemen sonra bir grup sendikacı arkadaşıyla birlikte tutuklandı ve ağır işkencelere maruz kaldı. İşkenceciler, Zeki’nin bir kaburga kemiğini ve kalça kemiğini kırmışlardı ama ona boyun eğdirememişlerdi. 
    Bir süre sonra serbest bırakıldı ve çalışmalarına kaldığı yerden devam etti. Ta ki 1980 Martı gelinceye kadar. Bu tarihte, Newroz kutlamasına yönelik çalışmalar esnasında Diyarbakır Dilan sinamasında meydana gelen ve bir üstteğmenin ölümüyle sonuçlanan bir eylemin ardından TKSP’ye yönelik geniş çaplı bir polis operasyonu başlatıldı. TKSP, o zamana kadar bir parti olarak bilinmiyordu. Grup, daha çok legal olarak yayınlanmakta olan Özgürlük Yolu dergisinin veya legal faaliyet yürüten Devrimci Halk Kültür Derneği (DHKD)’nin adıyla anılıyordu. Polis bu operasyon sırasında partinin tüzüğünü ele geçirmiş, örgütü deşifre etmişti. Diyarbakır’da faaliyet gösteren bazı komite elemanları da tutuklanmıştı. Tehlike büyüktü. TKSP, belirli kadrolarını Diyarbakır’ın dışına çıkarma kararı aldı. Zeki de bunlardan biriydi. Karar uyarınca Diyarbakır’dan ayrıldı, örgütsel çalışmalarına Ankara ve İstanbul’da devam etti. 
    Bu dönem, TKSP açısından oldukça sıkıntılı bir süreçtir. Çünkü henüz polis operasyonlarının yarattığı tahribatlar giderilmeye çalışılırken 12 Eylül askeri darbesi geldi ve işler iyice içinden çıkılmaz bir hal aldı. Zeki Adsız’ın kararlılığı bu dönemde kendini bir kez daha açığa vurdu. Yılgınlığa kapılmadı. Deşifre olmuş, aranır duruma düşmüş parti kadrolarının ve taraftarlarının Doğu Kürdistan’a (İran) aktarılmasını sağladı. Bir merkez komitesi üyesi olarak darbeyle felç olmuş örgütsel yapıyı yeni koşullara uyarlamaya yönelik çeşitli çalışmalar yaptıktan sonra kendisi de (parti kararı uyarınca) Doğu Kürdistan’a çıktı. 
    Parti içi tartışmalar kapsamında kaleme aldığı yazılardan da anlaşılacağı üzere bu dönem aynı zamanda Zeki ile parti yönetimindeki bazı kişiler ve anlayışlar arasındaki farklılıkların da açığa çıktığı bir dönemdir. Zeki 1981’in son aylarına kadar kaldığı Doğu Kürdistan’da bu sorunları oradaki bazı arkadaşlarıyla da tartışma imkanı buldu. Yayınladığımız yazılardan da anlaşılacağı gibi bu tartışmalar, daha sonraki dönemde, kendisinin parti içinde hizipçilik yaptığının kanıtları olarak yorumlandı, ve Zeki ile TKSP arasındaki ayrılıkta belli bir rol oynadı. 
    Zeki, parti kararına uygun olarak, 1981 sonunda Doğu Kürdistan’dan ayrılarak Avrupaya geçti.

 
TKSP’DE İÇ TARTIŞMALAR VE AYRILIK
Zeki Adsız, TSKP’de bazı şeylerin doğru yürümediği kanısındaydı. Özellikle 1980 Mart operasyonundan sonra yaşananlar, ona göre, partinin örgütsel, kadrosal ve taktik plandaki bazı eksiklik ve yanlışlarını daha belirgin hale getirmişti. Kafasında bu düşüncelerle gittiği Avrupa’da gördüğü şey de pek farklı değildi. Avrupa örgütünde de işler olması gerektiği gibi yürümüyordu. Gidişattan memnun değildi, fakat kendini Avrupa’da kalıcı görmüyordu. Ona göre Avrupa, Kürdistan’daki devrimi örgütleyebilmek için yalnızca bir destek üssü olabilirdi. Bu nedenle var olan sorunlar hızla çözülmeli ve bütün dikkat, enerji ve zaman Kürdistan’da örgütlenmeye tahsis edilmeliydi. Bu anlayışa uygun olarak bir an önce tedavisini yapıp ülkeye dönmek istiyordu. 
    Bu arada Avrupa örgütünün kendisine verdiği bütün görevleri, büyük-küçük ayırmadan, yerine getirmeye çalıştı. Gördüğü eksiklik ve yanlışlıkları sorumlu yoldaşlarıyla tartışmayı da ihmal etmedi. Ancak bu durum, bir süre sonra, kendisiyle TSKP’nin Avrupa örgütünde yer alan bazı arkadaşları arasında tartışmalara ve çekişmelere neden oldu. Zeki bu yoldaşlarını “sağcı”, “kariyerist” vb. olmakla eleştirirken, onlar Zeki’nin “sol” bir çizgi izlediğini ve “geçimsiz olduğunu” iddia ettiler. 
    Zeki bu konularla ilgili görüşlerini 1982 Merkez komitesi toplantısına sundu. Geçmişin değerlendirilmesi, günün gereklerine uygun yeni bir politikanın tespiti, PKK eleştirisindeki aşırılıkların arındırılması (TKSP, PKK’yi terörist, hatta yer yer ajan bir örgüt olmakla suçluyordu), ve örgütün askeri politikasının belirlenmesi konularında ısrarcı davrandı. Onun bu ısrarı parti içindeki sağ anlayışı tedirgin etti. Zeki, hareket içinde “sol tehlike” olarak görüldü ve örgüt içinde hizip çalışması yapmakla suçlanarak bir yıl süreyle parti ile ilişkilerinin dondurulmasına karar verildi. 
    Zeki suçlamaları reddetti ve uymayacağını bildirdi. Bir yıl örgütsüz olarak yaşamanın politik olarak ölümle eş anlamlı olduğunu düşünüyordu. Geriye kalan tek yol, açık muhalefete yönelmekti. Bu amaçla parti Merkez Komitesine sunduğu görüş ve önerilerini Zorunlu Bir Açiklama başlığıyla yazılı olarak parti kadrolarına sundu ve partinin birliğinin sağlanması için bir kongre yapılması çağrısında bulundu. Çağrı şöyle formüle edilmişti: 
    ”Partimizin leninist birliği, temel ideolojik, politik ve örgütsel sorunlarımızın, yaşadığımız ağır yenilgi döneminin öğreticiliği ışığında taban nezdinde tartışılarak, tabanın mümkün olan en geniş katkısı sağlanarak yapılacak gerçekçi bir kongreyle sağanabilir ancak… Bu inançla, partimizin leninist birliğinin inşa edilmesi yolunda her türlü fedakarlığa hazır olduğumuzu belirtiriz… Önerilerimiz bilinen yöntem ve anlayışla karşılanırsa doğacak durumun sorumlusu bizler olmayacağız.” (K. Saleh, TKSP’de Oportunizm ve Bir “Eleştiri” Üzerine, Baskı yeri yok, Nisan 1983) 
    TKSP yönetimi çağrıya kulak tıkadı. Böylece Zeki Adsız bir grup kadroyla birlikte TKSP’yi terk etmek zorunda kaldı. Zeki’nin hayatında yeni bir dönem başlamıştı.

 
TKSP-ROJA WELAT HATTININ OLUŞMASI
Ona göre 12 Eylül darbesi genel olarak devrimci hareketin ve özel olarak TKSP’nin zaaflarını daha da belirginleştiren bir rol oynamıştı. Burdan kurtuluşun yolu da bu zaaflarla yüzleşmek ve geçmişin sağlıklı bir değerlendirmesini yaparak gelecek için yeni bir politika ve mücadele anlayışı belirlemekti. Konuyla ilgili bir yazısında şunları söylüyordu: 
    “Kürdistanlı, Türkiyeli devrimci güçler açısında faşizm karşısında uğranılan yenilgi, bir sonuçtur. Devrimci güçler cephesinde derinleşen bunalıma kaynaklık eden sorunlar, salt yenilgi döneminin bir ürünü değil, temelde geçmişin objektif ve subjektif koşulların bünyesinde geliştirdiği sorunlardır. Faşizm sadece bu sorunları daha bir gün ışığına çıkarmış ve ağırlaştırmıştır.” (Roja Welat s.13-14) 

    1982 sonunda başlayan açık tartışma 1983 boyunca “TKSP-Devrimci muhalafet” adıyla sürdürüldü. Konuyu teorik olara açığa çıkarmak amacıyla K.Saleh imzasıyla 1983’te ”TKSP’de oportunizm ve Bir Eleştiri Üzerine” adlı 320 sayfalık bir kitap yayınladı. Kitapta devrimci hareketinin/TKSP’nin geçmişini değerlendirdi, kendisine yönelik eleştirileri cevapladı ve döneme uygun politikaların ana hatlarını belirledi. 
    Muhalefetin tüm çağrıları sonuçsuz kalınca, Zeki Adsız Şubat 1984’te Roja Welat’ı yeniden yayın hayatına sokarak mücadelesine yeni bir çizgide devam etti. Roja Welat, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce TKSP taraftarlarınca Türkiye’de Kürtçe-Türkçe olarak yayınlanmış olan bir gazeteydi. 12. sayısından sonra yayın hayatına son vermek zorunda kalmıştı.

 
YENİ BİR ÖRGÜT ŞEKİLLENİYOR
Zeki Adsız önderliğindeki küçük, fakat kararlı grup, kısa sürede, Norveç, İsveç, Danimarka, Almanya (Hamburg, Bremen, Köln, Frankfurt, Nürnberg, Münih, Stutgart), İsviçre (Bassel, Zürih, Aarau) ve Fransa gibi merkezlerde örgüt birimleri oluşturdu. Grup bir süre sonra Ortadoğu’ya yerleşti ve Bekaa’da bir askeri kamp oluşturmanın ön çalışmalarına başladı. Aynı zamanda ülkedeki çalışmalar da sürüyordu. Grup, bu aşamada “TKSP-Roja Welat” adıyla anılıyordu. 
    Ancak Zeki ve arkadaşları Kürt sosyalistlerini sadece kendilerinden ibaret görmüyorlardı. TKSP’nin bu konudaki benmerkezci tutumunu eleştiriyor; diğer Kürt muhalif grupları, hareketleri ve partileri arasında da sosyalizme inanmış ve birlikte çalışılması gereken çevreler ve bireyler olduğunu düşünüyorlardı. Askeri cuntanın yol açtığı gelişmeler bu gerçeği daha da görünür kılmış, gündemin önemli bir maddesi haline getirmişti. Bu nedenle TKSP-Roja Welat’ın yeni süreçteki önemli işlerinden biri de Kürt sosyalistlerinin siyasal ve örgütsel birliğini oluşturmak amacıyla açık, ilkeli görüşmeler ve tartışmalar yapmak oldu. 

    Bu çabalar sonuç verdi. Şıvancılar-DDKD-KİP geleneğinden gelen ve Kürdistan İşçi Partisi -Geçici Birlik Komitesi (KİP-GBK) adıyla anılan grup ile yakınlaşma sağlandı. Bir süre sonra iki grup TEVGERA SOSYALİSTA KURDISTANÊ (TSK) adı altında birleşti. Birliği kamuoyuna duyuran Birlik Deklarasyonu adlı broşür Zeki Adsız tarafından kaleme alınmıştı ve Kürtçe ve Türkçe çevirileri bir arada yayınlanmıştı. 
    İki grubun birliğini önemli ama yeterli görmeyen Zeki Adsız, Roja Welat’ın son sayısında bu konuda şöyle diyordu: “Diğer bazı örgüt eğilim ve grupların özellikle ’nasıl bir örgüt’ konusunda henüz netleşmediklerine, ya da sorunun ciddiyetini kavramak istemediklerine tanık olduk. Dolayısıyla bu yolda somut adım atarak, birlik sürecine ivme kazandırmayı yeğledik. Ki, bugünkü koşullarda olanaklı ve doğru olan da buydu.” (Roja Welat, Özel Sayı, Mayıs 1986)

 
TSK DÖNEMİ
TSK Merkez komitesi ilk toplantısında, Zeki Adsız’ı hareketin Genel Sekreteri olarak görevlendirdi. Bu önemli bir sorumluluktu. Üstlendiği sorumluluğun bilincinde olan Zeki, 1 Nolu MK genelgesini kaleme alırken şöyle diyordu: 
    ”Biz henüz işin başındayız. Diğer bir deyişle, hedeflediğimiz örgütün temellerini atmış bulunuyoruz. Söz konusu örgütün inşası ve inşa sürecine tekabul eden savaşım içinde O’nun çelikleşmesi önümüzde duran bir numaralı görevdir. Bu bakımdan eylemimiz, zaferin kendisi değil, sadece zafer istemi demektir. Zaferi belirleyen ise, savaşım sürecinin öne çıkardığı ve özellikle pratik sorunların çözümü, kısaca örgüt çalışmasının kendisidir. Ayrıca örgüt çalışmasında, mevcut olanaklar, araç-gereç, insan unsuru ve kadroların niteliği ile kendisini yakıcı bir biçimde dayatan görevlerin ağırlığı arasında doğru bir orantı var. Bu orantıların göstergeleri başarıyı etkileyen faktörlerdir.” (Hêviya Gel, sayı 1, s. 2, Eylül 1986) 
    Zeki Adsız, TSK Genel Sekreteri olarak çok yönlü ve yoğun bir çalışma yürüttü. Öncelikle örgütün geliştirilmesi ve ülkeye kaydırılması için çalışması gerekiyordu. İkinci olarak yeni örgütün ideolojik ve siyasal görüşlerinin daha da netleştirilerek kitlelere ulaştırılması gerekiyordu ki bu, teorik konularda bir araştırma ve inceleme faaliyeti demekti. Bir diğer görev, Kürdistan sosyalistlerinin birliğini sağlamak ve Kürt ulusal güçlerini ulusal bir cephe içinde toplamaktı. Son olarak Kürdistan’da silahlı mücadelenin örgütlenmesine ihtiyaç vardı ki bu, Ortadoğu’da askeri bir yapının oluşturulmasını, sonra bu yapının Kürdistan’a kaydırılmasını zorunlu kılıyordu. PKK, 1984 Ağustosunda silahlı mücadeleyi başlatmıştı ve süreç kritik bir noktaya doğru ilerliyordu. Kaybedilecek zaman yoktu. 
    Zeki, zamanla yarış içinde bütün bu alanlardaki görevlerini yerine getirmeye çalıştı. Avrupa’nın dört bir yanına dağılmış politik mültecilere, Kürt yurtseverlerine ve mücadele etmek isteyen sıradan Kürt insanlarına ulaşarak onları yeni kurulan örgütün saflarında örgütlemek başlangıç adımıydı. Saflara katılan yoldaşlar arasında uzun soluklu mücadeleye yatkın olanların Ortadoğu sahasına kaydırılarak daha profesyonel bir yapıya kavuşturulmaları bir diğer önemli örgütsel faaliyeti oluşturuyordu.
    Sosyalistlerin birliği ve Kürdistan devriminin diğer temel sorunlarıyla ilgili araştırma incelemeler ise Hêviya Gel dergisi aracılığıyla gerçekleştirildi. Daha önce yayınlanan Roja Welat’ın yayınına TSK’nın oluşumuyla birlikte son verilmişti. Onun yerine yeni örgütün yayın organı olarak Hêviya Gel dergisi yayınlanıyorudu (1986). Zeki, Hêviya Gel’in politikasını belirleyen yazarlarından biriydi. Kürt hareketinin içinde bulunduğu durum ve bundan çıkış yolları, Kürdistan’ın sosyo-ekonomik yapısı, mücadele yol ve yöntemleri, Kürt sosyalistlerinin birliği ve cephe sorunu gibi birçok konuda araştırma ve inceleme yazıları kaleme aldı ve Hêviya Gel, Dengê Welat ve Vatan Güneşi dergilerinde yayınladı.

    Okumakta olduğunuz yazının konusu Zeki Adsız’ın ideolojik-teorik görüşlerinin sunuluşu, ya da tanıtımı değildir. Bu görüşlere ilgi duyanlar bizzat Zeki’nin yazılarına başvurabilirler. Söz konusu yazıların büyük çoğunluğu sitemizde yer almaktadır. Eksik olanlar da peyderpey dijitalize edilerek siteye eklenecektir. Ayrıca sitemizde Zeki Adsızın tespit edilebilmiş yazılarının bir listesini de bulacaksınız. Yine de önemli birkaç yazının içeriğine ilişkin sunuş yapmak gerekirse şu özet bilgiler verilebilir: 
    Şubat 1987de yayınlanan ”Kürdistan’da Ulusal Sorunun Konuluşu” adlı yapıtında Zeki, Kürdistan devriminin karakteri, yakalanması gereken ana halkalar ve ittifaklar politikasını ele almaktadır. 
    Hêviya Gel ve Dengê Welat dergilerinde yayınlanan ”Kürdistan’da Kapitalizmin Gelişmesi” başlıklı yazısı Kürdistan’ın sosyo-ekonomik yapısını incelemektedir. TKSP’nin Türkiye Kürdistan’ında yarı-feodal sosyo-ekonomik yapının egemen olduğunu söyleyen tezine karşı Türkiye Kürdistanı’nda kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu düşüncesini dile getirmektedir. 
    Zeki, Kürdistan’da silahlı mücadelenin gerekliliğine inanan bir devrimciydi. Barışçı yollarla Türk sömürgeciliğinden hak elde etmenin boş bir hayal olduğunu düşünürdü. Özellikle 12 Eylül askeri darbesinden sonra bunun tartışılacak bir tarafı kalmamıştı. Ancak silahlı mücadele adına macaracılığı da onaylamıyordu. Kürdistan’daki silahlı mücadelenin başka ülkelerdeki silahlı mücadeleleri taklit edemeyeceğini, kendine özgü biçimler alacağına inanıyordu. Bu konuyla ilgili görüşlerini ”Kürdistan Devriminin Askeri Stratejisi” başlığıyla Dengê Welat’ın 2. sayısında yayınladı. Fakat bu konuyla ilgili araştırmaları bitmiş değildi. Kuzey Kürdistanda uygulanan köy koruyuculuğu ile Güney kürdistan’da uygulanan Cahş örgütlenmeleri ve bunlara karşı alınan tavır konularında özel araştırmalar yapmak istiyordu. 
    Zeki’nin yoğunlaştığı işlerden biri de Kürt sosyalistleri arasında birlik oluşturulması ve bütün Kürt yurtsever demokratlarını kapsayan bir Kürt ulusal cephesinin yaratılmasıydı. Bu amaçla birçok yazı yazdı. İlk akla gelenler şu dört tanesidir: 1- “Birlik’ Sorunu ve Faşizme Karşı Mücadele Perspektifleri”, 2-“’Otonomi’ Yönelimi, Reformist Yaklaşım ve Yurtsever Güçlerin Birliği Sorunu”, 3- “’Birlik’ Sorunu ve Görevlerimiz”, 4- “’SOL BİRLİK’(!) ve Madalyonun İki Yüzü”. 
    Bu yazılarında başka konuların yanı sıra PKK’ye ilişkin değerlendirmeler de yer almaktadır. Zeki, PKK’nin birçok anti-demokratik, despotik nitelikler taşımasına, devrimci güçlere yönelik saldırgan bir politika izlemesine ve değişik alanlarda provokatif eylemler sahnelemesine rağmen son tahlilde yurtsever bir örgüt olduğunu; PKK’nin Türk sömürgeciliğine karşı yürüttüğü silahlı mücadelenin meşru bir mücadele olduğunu ve desteklenmesi gerektiğini ileri sürüyor; bazı grup ve kişilerin PKK’yi devrimci saflardan tümüyle tecrit etme politikalarına karşı çıkıyordu. Ona göre bu tür yaklaşımlar, PKK’deki negatif nitelikleri güçlendiren bir rol oynayacaktı. PKK ile ilişkiler, “PKK’yi düşmana yönelen yönüyle desteklemek” biçiminde formüle edildi. 
    Zeki Kürt devrimci gruplar arasında dostane ilişkiler oluşturmak için çok çaba sarfetti. Sosyalist gördüğü kişi ve çevrelerle aynı örgüt çatısı altında mücadele verebilmek için birhayli uğraştı. Fakat pratikte istenen gelişme sağlanamadı. Bu alanda gerçekleştirilen tek birlik, TSK’nın kurulmasıyla neticelenen birlikti. 
    Zeki değişik Kürt grupları arasında oluşturulan TEVGER adlı birliğe ise sıcak bakmıyordu. Çünkü bu birliğin esas olarak mülteci karakterli olduğunu ve yanlış temeller üzerine kurulduğunu düşünüyordu. Çalışmaları önce Ortadoğu’ya, ardından da Türkiye’ye aktarmak onun öncelikli hedeflerinden biriydi. Bunun dışındaki faaliyetleri değersiz görmese de tayin edici nitelikte bulmuyordu. 
    Olaya bugünden bakanlar, bu ısrarı anlamakta güçlük çekebilirler. Ancak o dönemin koşullarında bu çok önemli bir ayrımdı. Kürdistan’da faaliyete odaklanmak, ve her şeyi bu hedefe kilitlemek, Kürt örgütleri için dönemin temel ayrım çizgilerinden birini oluşturuyordu. Zeki’nin imzasını taşıyan MK genelgesi konuyla ilgili TSK yaklaşımını şöyle özetliyor: 
    ”MK’miz başta temel mücedele alanımız olan Kuzey Kürdistan olmak üzere, örgütsel çalışmamızın gerekli kıldığı her alanda, fiilen hareketin pratik önderliğini üstlenmeyi kararlaştırdı. Ve hareketin pratik önderliği alanında şu yada bu nedenle meydana gelebilecek boşlukları, koşullar ne olursa olsun doldurmaya, yeni yeni ihtiyaçları karşılamakta teredüte yer verilmemesine karar verdi” (Hêviya Gel, No: s.1, 1986) Yani örgütün merkez kadroları Ortadoğu’ya ve giderek Türkiye Kürdistanı’na yöneleceklerdi.

   Zeki, inandıklarını pratiğe geçirmek üzere yola koyuldu. Başta Urfan Alparslan (K. Serdar, 1980 öncesinde Ağrı belediye başkanı) olmak üzere bir gurup yoldaşıyla birlikte Avrupa alanını terkedip Ortadoğu’ya gitti (1986). Lübnan’da (Bekaa) askeri ve siyasi eğitim için bir kamp oluşturdu. Burada Avrupa’dan ve ülkeden gelen kadroların eğitimine başlandı. Böylece silahlı propaganda birlikleri oluştururlmaya başlandı. Urfan Alparslan’ın sınırsız katkılarıyla bu çalışmalar hızla ilerledi ve 1988 Mayıs’ında TSK’nın askeri kanadı olan Ordiya Rızgariya Kurdistan (ORK) kuruldu. Zeki, ORK Yüksek Askeri Konsey Başkanlığını üstlendi.

    Bu arada Türkiye Kürdistanı’ndaki faaliyetlerde de bir canlanma oldu. Bu dönemde PKK’nin başlattığı silahlı mücadelenin yarattığı kitlesel hareketlenmenin de katkısıyla bütün Kürt hareketlerinde bir kıpırdanma başlamıştı. Yeni bir grup olmasına rağmen TSK bu hareketliliğin önemli bir parçasını oluşturuyordu. Zeki Adsız ve Urfan Alparslan’ın militan nitelikleri ve Kürdistan’a odaklanan anlayışları bu sonuç üzerinde tayin edici rol oynuyordu. Böylece Türkiye metropollerinde ve Kürdistan şehirlerinde komiteler kuruldu ve legal bir yayın çıkarıldı (Vatan Güneşi, Eylül 1898). Kitleler içinde örgütlenme çalışmaları giderek genişliyordu.

    Bir sonraki adım Kürdistan’da askeri faaliyetlere başlamaktı. Bu amaçla, Lübnan’daki askeri kampta eğitimini tamamlayan ilk silahlı gurup Urfan Alparslan yönetiminde Kürdistana girdi. Bu ekibin temel görevi, Irak, İran, Türkiye sınır üçgenine yerleşerek Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadeleyi başlatmak için gerekli hazırlıkları yapmaktı. Ancak, Irak ordusunun kimyevi silahlarla saldırmaya başlamasıyla Güneyli Kürtler kitleler halinde kuzeye, Türkiye’ye yönelince, Urfan Alparslan da arkadaşlarıyla birlikte Türkiye Kürdistanı’na geçmek durumunda kaldı. Çalışmalarına orada devam etmeyi amaçlıyordu. Ancak Alparslan’ın komutasındaki birlik, Botan’da Torisan dağlarında Türk ordusuyla karşılaştı. Bu çatışmada ORK Konsey üyesi ve TSK Genel Sekreter yardımcısı Urfan Alparslan şehit düştü. (1988) 
    Zeki bu büyük acıyı hep yüreğinde taşıdı. Yarım kalan işlerin tamamlanması için çalışma temposını arttırdı. Fakat ağır hastaydı, kansere yakalanmıştı.

 
HASTALIĞI VE VEFATI
Zeki’nin ilk sancıları ölümünden 6 ay önce, yani Zeki Ortadoğu’dayken başlamıştı. Önceleri Almanya, sonraları da Suriye, ve Lübnan’da başvurduğu doktorlar, bel ağrılarını omurga ile ilgili hastalıklara bağlayıp ağrı kesici ilaçlar vermişler; ve tedavi için yüzme, yürüyüş gibi egzersizler önermişlerdi. Ancak bunla etkili olmadı. Ortadoğu’da sancıları giderek şiddetlendi. Suriye’de tekrar doktora göründü. Doktor bu kez kanserden şüphelendiğini belirtti. Kesin teşhis ve tedavi için Almanya’ya döndü. Köln şehrindeki Merheim hastahanesine yatırıldı. İlk tahliller hastalığın ”bronşial kanser” olduğunu gösterdi. Hemen tedaviye başlandı. 
    Tahlil sonuçları ve raporları yoldaşları tarafından Danimarka ve Almanya’nın Bonn ve Hanofer Kanser Araştırma Enstitülerine sunuldu. Bu konuda uzman olan yurtsever Kürt doktorları hastalıkla ilgili en son bilgi ve bulguları araştırıp soruşturdular. Başvurulan bütün kişi kurumlardan alınan sonuç aynıydı: Uygulanan tedavi doğruydu, ancak kurtuluş umudu yoktu. İyiniyetli tüm çalışmalar ve bizzat Zeki’nin yüksek morali ve yaşama azmi onu kurtarmaya yetmedi. Hastalığın vucuda yayılması önlenemedi. Tıp aciz kalmıştı. 
    Böylesi vakalarda genellikle yakınları ve hatta bir ölçüde doktorları hastalığı hastadan gizler, ona moral dopingi yaparlar. Zeki’nin durumunda ise bu gelenek tersine işliyordu. Zeki, hastalığının ölümcül nitelikte olduğunu biliyordu ve doktoruyla gelişmeleri açıkça konuşuyordu. Yoldaşları ve yakınları üzülmesin ve demoralize olmasınlar diye durumunu çevresindekilerden gerektiği ölçüde gizliyor, onlara umut aşılıyordu. Ömrünün bu en zorulu ve acılı döneminde vakarından hiç bir şey kaybetmemişti. Hayatı olabildiğince “normal” yaşamaya ve çevresindekilere de öyle hissettirmeye çalışıyordu. Son güne kadar politik gelişmeleri yakından takip ediyor, yorumlar yapıyordu. 1990 Newrozunda Nusaybin ve Cizre’de toplu kitle eylemleri başlayınca sevincini dile getirerek ”Halkım ayaklanıyor doktor, beni onlara kavuştur” diyordu. Sevindirici her haber ona yaşam katıyordu. 
    Vefatından 1 ay önce doktorlar çok kısa, hatta 48 saat ömrünün kaldığı tahmininde bulundular. Ama o, “düşmana inat, birgün fazla yaşamak” için direndi. Ölüm anı geldiğinde bunu hissetti ve yoldaşlarını ve ailesini etrafına toplayarak: ”çok geciktim” dedi. Sonra Doğu Kürdistanda bulunan ve Kuzey Kürdistan’a girme hazırlığı içinde olan yoldaşlarının durumunu sordu. Onlar için gerekenlerin yapılmasını istedi. Son sözleri onun geride kalanlara vasiyetiydi:
   ”Örgütlü ve kollektif çalışmayı elden bırakmayın. Kürdistan devriminin çıkarlarını her şeyin üstünde tutun ve bunun için çalışın, çalışın. Kazanmak için çalışın.” 
    Sağlığında hiç kimseye yük olmadan yaşayan Zeki, naaşını da kimseye yük etmek istememiş olacak ki, nerede toprağa verilmesi gerektiği konusunda suskun kaldı. Çevresindekilerden biri son cesaretini toplayıp ”Seni Kürdistana göndereceğiz” dediğinde gülümsedi, kafasını sallayarak onayladı. Hiç kuşkusuz o, oraya başka türlü gitmek istiyordu…
    Nisanın 17’siydi, parlak ve güneşli bir gündü. Yoldaşları ve çevresindekiler, bunun, onu kendilerinden alacak gün olacağını bilmiyorlardı. Zeki birşeyler sormak istedi. Ağırlaşan konuşmasını çevresindekilerin anlıyamadığını farkedince, elleriyle kelpçe işareti yaptı. İki gün önce mahkemeleri görülecek olan yoldaşlarının durumunu soruyordu. Tahliye olamadıklarını söyledi çevresindekiler. Suratını ekşitti, gözlerini kapattı, daldı... 
    Son altı saatini komada geçirdi ve 17 Nisan 1990 saat 19.20’de sevdiklerinden ayrıldı. 
    Sonsuza giderken gülümsüyordu. 
    Kürt halkının ulusal ve sosyal kurtuluş savaşında ölümsüzleştiğini biliyordu. 
    Dik duruşun temsilcisiydi o. 
    ”Başı dik insan güzeldir
    Zeki, güzel bir insandı .” (K.Uzun)
CENAZE TÖRENİ
Zeki’nin ilk cenaze töreni 22 Nisan 1990 da Almanya’nın Köln şehrinde yapıldı. Törene Kürdistanın dört parçasından çeşitli parti, örgüt, siyasi gurup temsilcileri ile binlerce Kürt yurtseveri katıldı. Mesajlar sunuldu, anı tefterine duygular ve düşünceler yazıldı. 
    İlk törenin ardından naaşın Kuzey Kürdistan’a gönderilmesi için çalışmalar başlatıldı. Zeki, 1981’ de TC vatandaşlığından atılmıştı ve bu gerekçeyle naaşı Türkiye’ye alınmak istenmiyordu. Gerekli iznin alınması için çok yönlü bir uğraş verildi. 
Bingöl milletvekilleri, eski DİSK yöneticileri, değişik demokratik kuruluşlar baskı uyguladılar. Aynı durumda olmasına rağmen daha önce naaşı Türkiye’ye alınan TİP başkanı Behice Boran’ın cenazesi de emsal gösterilerek sonuçta cenaze nakli için gerekli izin alındı.
    23 Nisan 1990’da Zekinin naaşı Diyarbakır’a yollandı. Havaalanına girişler yasaklandığı halde sevenleri onu karşıladılar. Cenaze arabası, sevdiklerinin oluşturduğu araba konvoyu eşliğinde 24 Nisan akşamı Bingöl’e ulaştı. Halkı uğruna yaşamını feda eden ve dik duruşun timsali olan Zeki’yi çok sevdiği halkı bağrına bastı ve büyük bir kitle katılımıyla onu sevdiklerinin yanına, Kürdistan devriminin ölümsüz şehitlerinin arasına yolculadı. 1990’dan sonra doğan çocuklara dik duruşun ve güzelliğin simgesi olarak Zeki ve Serdar (Urfan Alparslan) isimleri verilmeye başlandı. 
    Avrupa’daki taziye ve anma toplantıları ise daha geç tarihlere kadar devam etti. 22 Nisan 1990’da Köln’de yapılan törenin ardından 29 Nisanda Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da, 5 Mayıs’ta İsveç’in başkenti Stockholm’de, 19 Mayısta İsviçre’de ve ardından Fransa’nın başkenti Paris’te binlerce insan bu toplantılara katılıp üzüntülerini bildirdi, taziyelerini sundular. 
    Dostları, yakınları ve sevenleri her ölüm yıldönümünde onu anmaya devam ediyorlar.

Ji malpera
zekiadsiz.com


hatiye girtin

 

 

 

 

 

 


NAVDARÊN KURD

 

 

 


Foundation For Kurdish Library & Museum