Em Melle MUSTAFA BARZANÎ
BI HEZKIRIN BI BÎR DIHÊNIN

İSMAİL BEŞİKÇİ

Home  |  Destpêk  |  Ana Sayfa

 

 

 

Mustafa Barzani’yi sevgiyle anıyoruz                                                                                                          

Kürdler, 19. yüzyılda,  Osmanlı yönetimiyle yoğun bir savaşa tutuşmuşlardı. Bu savaşın kayada değer bir görüntüsü şudur.  Osmanlı yönetimi ile savaşan  Kürd mirleri, Kürd şeyhleri, aşiret reisleri savaşın belirli bir aşamasında  devlete teslim oluyorlardı.  Teslim olan mirler, şeyhler, aşiret reisleri  Osmanlıdan, özür dilemeye, af dilemeye başlıyorlardı. Sürgünlerde, maaşlarının azlığından, yetmediğinden yakınmışlardı 19. yüzyıldaki bütün ayaklanmalarda, direnişlerde  benzer bir sürecin yaşandığını izlemek mümkündür. 

19 yüzyılda, çeşitli zamanlarda ayaklanmalar, direnişler olmuş, bunlar bir-iki yıl gibi kısa sürmüş ama, hep  teslimiyetle sonuçlanmıştır. 

20.yüzyılda, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki  ve daha sonraki ayaklanmalarda ve direnişlerde de  aynı sürecin yaşandığı izlenmektedir. Bunun tek istisnası  Mele Mustafa Barzani’dir.  Mele Mustafa Barzani, hasımlarının eline geçmemek için  çok  yoğun, kararlı istikrarlı bir çaba içinde olmuştur. 1920’lerin sonlarında başlayan, 40’larda, 60’larda, 70’lerde etkin bir şekilde devam eden mücadele hayatında  Mustafa Barzani’nin bu tutumu,  Kürd tarihinde dikkate değer bir tutumdur. Mustafa Barzani her zaman mücadele arkadaşlarını da   hasımlarını  eline geçmemeleri, bunu için gerekli  önlemleri almaları yönünde sürekli uyarmıştır. Mustafa Barzani’nin mücadele sürecinde  hiçbir zaman teslimiyet söz konusu olmamıştır.  Bütün önlemlere rağmen düşmanın   eline geçme durumunda da teslimiyet olmayacaktır, özür dileme olmayacaktır, af talebi olmayacaktır. Mele Mustafa Barzani’nin 1947’ de, Mahabad sürecinde,  Kadı Muhammed’e önerdiği de budur.  Ama, bu süreçte, İran’a teslim olan, Kadı Muhammed’in  mahkemede dik durması,  af  talebinde bulunmaması, özür söz konusu olmaması, duruşmalarda Kürdlerin,  Kürd toplumu olmaktan doğan haklarını etkin bir şekilde savunması  elbette dikkatlerden uzak tutulmaması gereken bir tutumdur. 

Mustafa Barzani’nin bu temel özelliğinden ayrı olarak  önemli bir özelliği daha vardır.  Mustafa  Barzani, Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı olarak  reel dünya politikasını kavramış bir kişidir. Bu çerçevede, ABD’nin ve Sovyetler Birliği’nin  dünya politikasındaki rollerini iyi kavramış bir liderdir. Sovyetler Birliği’nden Kürdlere bir iyilik gelemeyeceğini sezmiştir.  Kendisinin ve peşmergelerin, Sovyetler Birliği’ndeki mülteci (!) yaşamından, Sovyetler’in daha sonraki tutum ve davranışlarından,  böyle bir düşünceye ulaşmıştır. Sovyetler Birliği’nin Saddam  Hüseyin rejimini sadece silah araç ve gereçleriyle değil, ideolojik olarak de desteklediği çok açıktır. Enfal’da, Halepçe’de, Kürd soykırımında, Saddam Hüseyin rejimine zehirli gazlar konusunda danışmanlık yapan  Sovyet uzmanlarının olduğu da biliniyor. 

ABD’den Kürdlere bir iyilik gelebilir mi? Bu, olabilir de , olmayabilir de.

Ama, iyilik olabilirse ancak bu yönden olabilir. Bunun,  reel politikanın,  Mele Mustafa Barzani’de  uyandırdığı sezgiler olduğu kanısındayım. . Dünya politikasını belirleyen ve yönlendiren bir gücü dikkate almayarak,  onunla kavga ederek bir yerlere varılamayacağı bilincinin gelişmiş olması önemlidir. 

Sovyetler Birliği yöneticileri, ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkını hiçbir zaman Kürdlerin lehine yorumlamamış, Ortadoğu’da, Kürdlerin bir statü sahibi olmalarını her zaman engellemiştir. Teori ve pratik arasında  sanıldığından  çok daha büyük farklar vardır. Bu özellikle  Kürd/Kürdistan sorununda böyledir.  Bu ezilen Kürd halkının aleyhine, Kürdleri ezen devletlerin, emperyal ve  sömürgeci devletlerin lehine  işleyen bir farktır. Uzlaşmaz çelişkileri barındırdığı da besbellidir. 

1975 de ve 1991 de Kürdler, yaşama geçen   ABD politikaları sürecinde çok ağır darbeler yemişlerdir. Ama 2003 de süreç çok farklı işlemiştir.  2003’de, ABD’nin Irak’a silahlı müdahalesi sonunda  Saddam Hüseyin rejimi yıkılmıştır. Irak ordusu dağıtılmıştır. Baas Partisi ve el Muhaberat  dağıtılmıştır. Kitle imha silahları imha edilmiştir. Bütün bunlar Kürdlerin önünü  açmıştır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi bu şekilde oluşturulmuştur. ABD Irak’a, şüphesiz kendi çıkarlarını korumak ve geliştirmek için müdahale etmiştir. Ama, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin de, ABD’nin Irak’a müdahalesi sonucunda oluşabildiği açıktır.  Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin,  ABD’ye ve Türkiye’ye rağmen, Kürdlerin kararlı mücadeleleri sonucunda  oluşabildiği de ayrı gerçekliktir. Kürdlerin kararlı mücadeleleri sonunda ABD de bu durumu kabul etmek durumunda kalmıştır. 

Saddam Hüseyin rejimi sırasında,  Kürdistan’ın doğal kaynakları rejimin ekonomik ve politik çıkarları doğrultusunda kullanılırdı. Kürdistan petrollerinden elde edilen gelirlerin bir kısmı Kürdistan’a mayın, bomba, zehirli gaz, enfal  olarak, yoksulluk, yoksullaşma dönüyordu. Bugünse, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yoğun bir imar faaliyeti sürmektedir. Yollar, köprüler, barajlar, hastaneler, okullar, üniversiteler,  yeni yeni mahalleler, konutlar, kamu binaları,  inşa edilmektedir. Kürdler, doğal zenginliklerine, petrollerine, doğalgazlarına sahip çıkma mücadelesini kararlı bir şekilde sürdürmektedir. Kürd dili, Kürd kültürü;  Kürd edebiyatı, Kürd sanatı gelişmektedir. 

Mele Mustafa Barzani’nin üçüncü bir özelliğin de vurgulamak gerekir. Mustafa Barzani Kürd kalmış, Küldük duyguları yoğun bir kişidir. Komşularının konumu ve dünyanı durumu dikkate alındığında, Kürdlerin ne kadar ezildiğinin bilincine varan bir kişidir. Bu özelliğe vurgu yapmak önemlidir. Çünkü uzun sömürgecilik yılları, sömürge bile olmayan bir yapıda gerçekleştirilen devlet müdahaleleri,  Kürdlerin duygularında büyük aşınmalar meydana getirmiş, insanlar “Kürdüm”  demelerine rağmen,  Kürdlükten uzaklaşır olmuşlardır. Yoğun devlet müdahalelerinin gerçekleştirildiği bir ortamda Kürd kalmak,  Kürdlüğü savunmak,  sanıldığından çok daha değerlidir.

 

Musata Barzani’yi ve dava arkadaşlarını sevgiyle anıyorum.

 

1963 Şemdinan

 

Kürdistan Bölgesel Yönetimi Dış İlişkiler Sorumlusu Hemin Havrami ve Kürd Hükümeti’nin Ankara Temsilcisi Ömer Mirani, 2 Şubat 2012 günü, Çarçıra Kitabevi’nde,  bana bir fotoğraf albümü armağan ettiler. Albümün üzerinde, “Ocak-Mayıs 1963” yazıyordu.  Mayıs 1963 e ilişkin fotoğraflar…(Kurdistan Iraq, The September Revolution, Photographs by François-Xavier Lovat, January-May 1963 ) 

Eylül devrimini ikinci yılı. Bu albümün bende uyandırdığı düşünceleri, duyguları belirtmek istiyorum. 

1962-1964 yılları  arasında askerlik yaptım. Yedek Subay olarak. Tuzla Yedek Subay Piyade Okulu’ndaki 6 aylık eğitimden sonra, asteğmen olarak Bitlis’de, 34. Piyade Alayı’na tayin edildim. 1963 Mart’ında Bitlis’deydim.1964 yılı Ekim ayı sonunda terhis oldum. Askerlik süresi normal 24 aydı. 1964 yılı Sonbaharında meyanda gelen Kıbrıs krizinden dolayı bir ay geç terhis oldum.. 

1963 yılı, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında,  Başkale Yüksekova, Şemdinli  taraflarındaydım. 

11 Eylül 1961 de,  Irak’ta, Kürd bölgelerinde  hükümete karşı  Kürd direnişi başlamıştı. Direnişin lideri Mele Mustafa Barzani’ydi.  O dönemde, Mele Mustafa Barzani ve Kürdler, Türk hükümeti ve Türk basını tarafından, haydut, sergerde, eşkıya, hain  gibi sıfatlarla anılırlardı.  Örneğin, “Molla Mustafa sergerdesi”  “Molla Mustafa Barzani haydudu” denirdi.  Birlikler içinde, köylerde, Barzani’nin  büyükçe,  10x15  ebadında  bir fotoğrafı da dağıtılmıştı. Fotoğrafın altında “aranıyor”,   yakalayana   şu kadar  para ödülü verilecek” şeklinde bir yazı da vardı. Bu fotoğrafın bazı köylerde de dağıtıldığı kanısındayım.

“Molla” sözcüğüne Barzani’nin yaptığı iş gibi bir anlam yüklenirdi.  “Molla ne olacak,” diye küçümsenirdi. Halbuki Mele, Mustafa Barzani’nin ilk adıydı.  Kürdler, erkek çocuklarına, “Müdür”, “Vali”, “Hakim”  “Savcı”, “Çavuş” gibi isimleri vermeyi çok seviyor.

Bu vesileyle, Barzani ailesi hakkında kısaca bilgi vermeyi gerekli görüyorum.  Barzanlar da Kürd milli duyguları çok gelişkin. İslam anlayışı, ailedeki bu değerleri yok edememiş. Bunun çok önemli olduğu kanısındayım.  Bu, Kürdlerde çok ender bir durum.  İkinci olarak, Barzanlar, Ezidi Kürdlere ve Hristiyanlara karşı daha anlayışlı, daha insancıl.  Üçüncü olarak, Barzaniler, aile yapısına, ailenin bütünlüğünü korumasına, ailede, dağılmanın engellenmesine  çok önem veriyorlar. 

Güney Kürdistan’daki bu direniş, Türk kükümetini çok rahatsız etti. Hükümet, sınırdaki mevcut askeri birlikleri takviye olarak, Bitlis, Muş, Bingöl, Erciş alaylarından tam donanımlı birer bölüğü, 1962 baharında, Başkale, Yüksekova üzerinden, Irak  sınırına gönderdi. Bu birlikler, bahar ve yaz aylarında sınırda  görev yaptılar. Bu görev 1963 bahar ve yaz aylarında da sürdürüldü. Ben 1963 de, Bitlis alayından gönderilen bölük içindeydim. O zaman 34. Piyade Alayı, Bitlis’de, Bitlis-Tatvan yolu üzerindeydi. Takviye  birlikler, baharda gidiyor, sonbahar’da, tekrar esas birliklerine dönüyorlardı. 

Şöyle söyleniyordu:  “Barzani sergerdeleri, Irak’da hükümet güçleri ile çatışma halindeler.  Irak  ordusu onları kıstırabilir, sınıra doğru sürebilir. Onlar da can havliyle sınırı geçip  Türk topraklarına iltica edebilirler. İşte bu geçişlere engel olmalıyız.  Onları sınırda yakalayıp  Irak  hükümet güçlerine teslim etmeliyiz.” 

Askeri birliklerin, buna ilişkin ayrıntılı planları da vardı. Örneğin takım komutanı olarak bana da Şemdinli tarafında, sınırda, 8 kilometrelik bir şeridin kontrolü verilmişti. 

“1947’de yaşanana durum tekrarlanmasın” şeklinde bir söylem de vardı. 1947 baharında şöyle bir gelişme olmuş.  1946 yılı sonunda Mahabad Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra, Barzani peşmergelerle birlikte, savaşa savaşa  Irak’a çekilmiş. Orada da, İngilizler, kara kuvvetleriyle ve hava kuvvetleriyle  Kürd savaşçıları sıkıştırmış. Bu durum karşısında, Kürdlerin,, Oramar taraflarından  sınırı geçmeleri gündeme gelmiş.  Türkiye bu durumu bildiği için,  sınırda önlemler almış. Geçişler sırasında onları yakalamak için ayrıntılı planlar yapılmış.  O zamanlar Gevar  bataklıkmış.  “Burası bataklık, nasıl olsa buradan geçiş, sızma olmaz” diye orası için plan yapılmamış Ama, Mele Mustafa Barzani  ve arkadaşları da  tam da bu bataklığı kullanarak İran topraklarına   ulaşmış. Barzani ile birlikte 507 peşmerge varmış. 

O günlerde, Mele Mustafa’nın, katırların ayaklarına lekenler bağlayarak  bataklığı geçtikleri söylenirdi. Lekenler hem batmayı önlüyormuş, hem de ses çıkmasına engel oluyormuş. Bu bilgiler dile getirilerek, “1947 tekrarlanmasın…”  deniyordu. 

Bölük, 1963  baharında, Bitlis’ten yola çıktı.  Bir müddet Başkale’de, bir müddet Yüksekova’da, Haruna’da  konaklayarak yaza doğru Şemdinli’ye vardı. 

Şemdinli’den  de, sınıra doğru hareket edildi. Araba yolu olmadığı için, Şemdinli’den sınıra doğru intikal yürüyerek yapıldı. Havan, geritepmesiz top gibi silahları katırlar taşıyordu.

Şapatan’a tırmandıktan sonra,  Nehri’ye iniş yapıldı. Nehri’den, Benavik, Besusin, Zerin, Mavan yoluyla Rubaruk’a varıldı. Bu intikal, dağları, vadileri,  ırmakları, çayları izleyerek bir hafta kadar sürdü. 

Zerin Köyü’nden Mavan’a geçerken dikkate değer bir olayla karşılaştık. Güney’deki çatışmalar sırasında, hep, Barzanilerin sınırı geçecekleri vurgulanıyordu. Planlar bu olasılığı göre yapılıyordu. Hiç düşünülmeyen, söz konusu bile edilmeyen bir durumun gerçekleştiğini gördük.  Barzaniler, Mele Mustafa Barzani önderliğinde, Irak devleti ve hükümetiyle, Kürdlerin, Kürd ulusu olmaktan doğan hakları için  savaşıyorlardı. Hükümeti destekleyen Kürd aşiretleri de vardı. Baradost Aşireti de hükümeti destekleyen bir aşiretti. Irak Hükümeti, onları Barzanilere karşı maddi ve manevi olarak destekliyordu. Sınırın öte tarafında köylerin yandığı görülebiliyordu. “Sınıra yakın alanlarda,  hükümeti destekleyen Kürdler ve hükümete karşı olan Kürdler birbirleriyle savaşıyor, birbirlerinin köylerini yakıyor…” deniyordu. 

İşte bu mücadele sürecinde, Barzaniler,  Baradaostları, sıkıştırmış, onlar da, sırı geçmek zorunda kalmışlar. Bu, hiç düşünülmeyen bir durumdu.Onlar, Irak hükümetini destekledikleri için Türk hükümeti onlara iyi muamale yaptı. Baradaostaların lideri Şeyh Reşit yaşlı bir adamdı.  Onu hemen, bir helikopterle Van’a götürdüler.  Sığınanlar, bir süre burada tutuldu.  Sonbahar’da, kışa doğru, Habur sınır kapısı’ndan  Irak’a geçtiklerine dair haberler vardı. 

Baradostlar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, savaşçılar… kalabalık bir grup gelmişlerdi Katırlarıyla, eşekleriyle, koyunlarıyla, köpekleriyle, tavuklarıyla vs. gelmişlerdi. Hemen, kendilerine gösterilen yerlere çadırlarını kurmaya  başladılar. Kadınlar, çocuklar çok aktifti. Kadınlar, çevreden üç taş buluyor, üzerine bir tencere yerleştiriyordu.  Çocuklar, genç kızlar, hemen, yakınlardaki bir dereden su getirdiler.  Kadınlardan bazılar üç taş  üzerine bir saç koydular. Ekmek yapmaya başladılar.  Bazı kadınlar çamaşır yıkıyordu. Herkes bir şeyle yapıyordu.  Yaşlı kadınların erkeklerle sohbet ederken sigara içtiklerin şahit oldum. Çocuklar, çadırların etrafında oynuyordu. Bütün bunlar, Kürdlerin yaşama bağlılığını, gösteriyordu. Çok zor anlarda bile, dinamik, yılgınlığa düşmeyen, kötümserlik üretmeyen  bir yaşam vardı.  Yaşlı bir adam, bana, Sultan Abdülhamitle ilgili sorular sormuştu. Hala, Hamid’in yaşadığını sanıyordu. Mavan köylülerinin sığınmacılara yaklaşmasına bir süre izin verilmemişti. Ama Mavan köylüleri, çevreden başka köylüler, onlarla şu veya bu şekilde görüşmeler yapıyorlardı. Onların bazı ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. 

Arpaçay (Kars)-Barzan arasında Dil Birliği 

Bölgede, arazide, sık sık keşif faaliyeti  gündeme geliyordu. Bu, bir manga erle yürüyerek yapılan bir faaliyetti.  Bu işi muvazzaf teğmenler yapmak istemiyordu.  Bense bu işi severek yapıyordum.  Bir manga erle, çevre köylerde, dağlarda çok dolaştım. 

Birlik, en son Rubaruk’a vardı. Orada, epey kaldık.  1962 yazında, Irak kuvvetleri, “Barzani sergerdeleri”ni bombalarken,  Rubarauk’a da birkaç bomba düşmüş.  O zaman Rubaruk, 30-40 hanelik küçük bir köydü.  Çok küçük bir camisi vardı,  Caminin, 8-10 cemaatı vardı.

Rubaruk taraflarında dolaşırken, sınırı birkaç kilometre geçmişiz.  Rubaruk sıfır noktasına bir köydü. Peşmergelerle karşılaştık. Peşmergeler, işaretlerle bu durumu hatırlattılar.  Ben çaresizlik içindeydim. Ne diyeceğimi kestiremedim. O arada bir er, benden izin alarak peşmergelerle konuşmaya başladı.  Bu beni daha çok şaşırttı.  Peşmergeyle konuşan er, Karslı, Arpaçay’lıydı.  Peşmergeyle gayet rahat konuşuyordu.  Akıcı bir diyalog vardı. 

Halbuki, o yıllarda, Kürdçe hakkında, çok olumsuz saptamalar yapılıyordu. Kürdçe diye bir dilin olmadığı ısrarla vugulanıyordu. Kürdçe için, “bitişik olan iki köy bile birbirini anlamaz”,  “dağın bir yüzündeki köy öteki yüzündeki köyle anlaşamaz”  “Kürdçe diye bir dil yoktur.  Türkçe’den, Arapça’dan,  Farsça’dan toparlanmış sözcüklerle uyduruk bir dil oluşturulmuştur. “Bir köy içindeki iki aile bile bazen birbirleriyle anlaşmakta zorluklar yaşar.”  Bu tür ifadeler Türk basınında, sık sık yer alırdı. Türkoloji profesörleri, Kürdçe’nin bir dil olmadığı konusunda yazılar yazarlardı. Bitlis’de, çarşı-pazar esnafı, memurlar, örneğin öğretmenler, “en has Türk biziz…” derlerdi. Devlet propagandası Bitlislilere böyle yansıyordu. O dönemde, üniversite profesörlerinin masasında,  Şerif Fırat’ın, Doğu İlleri ve Varto Tarihi kitabı vardı.  Bu, Kürdlerin, Küdçe diye bir dilin olmadığını isbatlamaya çalışan bir kitaptı. Hocalara, Kürdlerle, Kürdçe’yle ilgili bir soru sorulduğu zaman hemen bu kitabın okunmasını tavsiye ediyorlardı. Bu durum karşısında, peşmergelerle, Karslı, Arpaçaylı bir askerin gayet rahat konuşması, resmi görüşün bu bilgilerini çürütüyordu. 

Rubaruk’tan sınırı geçince Zap ve Hakurk bölgelerine varılıyor.  Bu bölge ile Kars/Arpaçay arasında en azından 700  (yediyüz) km. var.   Ve 700 km. içinde insanlar birbirleriyle gayet rahat anlaşabiliyor. Bütün yasaklara rağmen bu dil kendini yaşatmış. Kürdçe diye bir dil olduğunu, bölük içinde Kürdçe konuşanlar olduğunu bu olay üzerine fark ettim. O günlerde, çevre köylerde keşif yaparken Kürdçe bilen, konuşan bu erler de keşif mangasına  alınıyorlardı. Bölgede, Haruna, Tisi, Diman,  Helena,  Şapatan, Derebani, Sirünüs, Bembo, Nugaylan, Girana, Rizi gibi köylerde keşif faaliyeti yürütülüyordu. 

O zaman, gazyağı, şeker, tuz gibi bazı mallar, çevre köylere karne ile verilirdi. Keşif faaliyeti sırasında köylerde dolaşırken, halkın, kendilerin verilen bu ürünlerden bir kısmını, yine de, şu veya bu şekilde, Güney’e, peşmergelere aktardıklarının fark etmiştim. 

Bugün,   Bitlis, Muş, Bingöl ve Erciş’ten gönderilen bu takviye birliklerin amacının daha iyi bilincine vardım.  Sınırı kontrol etmek bir amaç olabilir.  Ama, bölge halkına gözdağı vermek, kanımca daha büyük bir amaçtı. 

KÜRDSAT’da ve KÜRDİSTAN TV’de,  zaman zaman, Mele Mstafa Barzani ile ilgili bir görüntü izliyorum. 40-45 saniye kadar süren bir görüntü.  Berzani  peşmergelerle birlikte, yürüyerek  dağdan iniyor. İnsanın duygularını yücelten, yükselten bir görüntü. Daha sonra Mustafa Barzani peşmergelerle birlikte bir mağaranın önüne çöküyor. Onlara bir şeyler söylüyor, onları dinliyor…Bu çok görkemli yürüyüşün öncesi ve sonrası da benim için hep merak konusu olmuştur. 

Barzani’yi, çadırda, peşmergelerle, misafirleriyle  birlikte gösteren, görüntüler de var.Misafirlerine, kendi tabakasından ve kendi elleriyle sardığı tütünlerden ikram  ediyor.

Bu sırada, Barzani’nin peşmergelerle  misafirleriyle neler konuştuğunu da   her zaman merak etmişimdir.

 

İsmail Beşikçi

 

 

 

Go to: Mustafa Barzani Page

 


Foundation For Kurdish Library & Museum